Dini Sozluk

Turkiye Turu Dugun Gelenekleri Plajlar Medya ik-eposta Web Sayfasi Yapilir Ankara Tanitim Evlilik Programlari Nostalji ve Anilar Ankara Havuzlar Ankara Tanitim 2 Fenerbahce  ilginc Oteller Burclar istanbul plajlar Otel ilesitim 2 Kpss Testler Kpss Testler 2 Gezici Rehber Gezici Rehber 2 Tuz Golu-Kaybolan Meslekler VOLKSWAGEN 1303 Antik Kentler ik Adresleri Alocular dikkat Memur Haber Firma ik Adresler Anadol STC Ana Sayfa Siyaset Ek Gelir Gezelim Gorelim Bodrum-izmir Antalya-Karisik iller Dini Sozluk 1 Dini Sozluk 2 Ozturkce  Firma listesi Turk Starlar Marka Hikayeleri Kangal  Cesitli Konular TROLEYBUS Gida Teroru Soykirimlar Yerli Araba iletisim Bilgilerim Twitter Takipci israil Boykot Teror Edebsizlik Derin Haber Yolsuzluk Aile  Askerlik-Sehitlik Hz Muhammed Cesitli konular e-bilet Asti Jigolo Servisi



A:
âba: babalar, pederler.
abd: kul, köle, hizmetçi.
abd-i aziz: izzetli ve şerefli kul.
abd-i hass: hususî, has ve ayrıcalıklı kul Hz. Muhammed (asm).
abd-i külli: bütün yaratıkların ibâdetlerini içine alan, onları temsil edebilen kul; insan.
abd-i mahsus: seçilmiş kul olan Hz. Muhammed (a. s. m. )
abd-i mü'min: inanan kul.
abd-i müsebbih: Allah'ı zikir ve tesbih eden kul.
abdal: evliyâdan ziyâde nûraniyet kazanmış ve bir anda bir kaç yerde görünebilen zatlar, dünya ile alâkasını kesen ve Allah'ın sevgisiyle yoğrulmuş kişiler.
abdest: namaz ve sâir dini ibâdetler için el ağız, burun yüz dirseklere kadar kolları ve topuk kemiğine kadar ayakları, usûlüne göre üçer defa yıkamak ve kulaklar, baş ve enseyi meshetmek.
Abdülkahir-i Cürcani: Hicri beşinci asrın ikinci yarısında yaşamıştır. Büyük âlim ve Arapça'nın dâhi mütehassıslarındandır. Çok dindar ve takvâ sahibi idi.
abes: boş, mânâsız, faydasız, hikmetsiz.
abesiyet-i mutlaka: her yönüyle boş ve mânâsız olma.
abesiyet: faydasız ve boş olma, lüzumsuz ve gâyesiz oluş.
âb-ı hayat: hayat suyu, hayatın devamına vesile olan kan, ebedî hayata sebep olan mânevi değerler, kevser suyu.
âb-ı kevser: Cennette bulunan ırmağın suyu.
âb-ı leziz: lezzetli bir su.
âbid: ibâdet eden.
âbide: tapınak. İbâdet edilecek yer.
abüs: asık ve ekşi yüzlü.
âbü'l•hayat-ı mârifet: mârifet âb-ı hayatı.
acâib-i masnûât-i İlâhiye: Allah'ın hayret ve şaşkınlık veren sanatlı yaratıkları.
acâib-i masnûât: hayret ve şaşkınlık veren sanatlı yaratıklar.
acâib-i mülk ve melekût: madde ve mânâ âlemindeki acaib ve gariplikler.
acâib-i sanat-ı İlâhiye: Allah'ın, insanları şaşırtan hârika san'atları.
acâib-i sanat: Allah'ın, insanları şaşırtan hârika san'atları; sanat hârikası.
acâib-i vezâif: hayret verici vazifeler.
acâibü'l mahlukat: hayret verici yaratıklar.
acâip:şaşırtıcı ve hayret verici şeyler.
acbü'z-zeneb:insanın kuyruk sokumunda bulunan ve ikinci yaratılışa çekirdek hükmünde olacak küçük kemik.
acemi:tecrübesiz, yeni.
acib: şaşılan ve hayret uyandıran şey
acaib: benzeri görülmeyen; garip.
âciz-i mutlak: her bakımdan güçsüz,tam âciz, sınırsız güçsüz.
âciz: güçsüz, kuvvetsiz; kâbiliyetsiz, beceriksiz.
âcizâne: âciz ve güçsüz bir şekilde.
âcize: güçsüz, kâbiliyetsiz, beceriksiz.
ucûbe-i sanat:sanat yönüyle hayret verici olan.
acz:güçsüzlük, kuvvetsizlik; kulun Allah kârşısında hiçbir gücü olmadığını bilmesi.
acz-i beşeri:insanın güçsüzlüğü.
acz-i mutlak:her bakımdan güçsüzlük, tam âcizlik, sınırsız güçsüzlük.
aczâlûd: âcizlik, kuvvetsizlik, güçsüzlük.
a'dâ: düşmanlar.
âdâb: usul, yol, yordam, davranış kâideleri, terbiye; ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı.
âdâb-ı Kur'âniye: Kur'ân'ın ihtivâ ettiği edepler.
adâlet: doğruluk, hakkaniyet.
adâlet-i hakikiye: gerçek adâlet.
adâlet-i Kur'âniye: Kur'ân'ın adâleti.
adâlet-i tâmme: tam ve eksiksiz adâlet.
adâletperver: adaletsever.
Adâletullah: Allah'ın adâleti.
âdât: âdetler, yapılan işler.
âdât-ı ecânib: ecnebilerin âdetleri, yabancı anlayış ve âdetler.
âdât-ı içtimâiye: sosyal âdetler, toplum anlayışı.
âdât-ı nâs: insanların âdetleri.
adüvet:düşmanlık, kızgınlık, kin.
adavetkârâne: düşmancasına.
addetmek: saymak.
aded-i mübârek: mübârek, hayırlı miktar, sayı.
adem: yokluk, hiçlik, olmama, bulunmama.
Âdem: ilk insan ve ilk peygamber.
ademî: yokluğa âit, yoklukla ilgili.
adem-i abesiyet: boşluk ve lüzumsuzluğun olmayışı.
adem-i af: affedilmez.
adem-i ifâ: yapılması gerekli işi yapmama, vazifesini yerine getirmeme.
adem-i ilim: ilmimiz ve bilgimiz dahilinde olmayan.
adem-i intizam: intizamsızlık, düzensizlik.
adem-i israf: israfsızlık.
adem-i kabul: kabul etmeme.
adem-i mesuliyet: sorumsuzluk, mesuliyetsizlik.
adem-i nimet: nimetsizlik. Nimetin yokluğu.
adem-i rü'yet:bir şeyin görünmemesi.
adem-i sırf: yokluğa mahkum. Yokluk.
adem-i taalluk: ilgisi olmayan, alakâsı bulunmayan.
adem-i tasdik: tasdik etmeme, doğrulamama.
adem-i vukû: olmamış gibi, olmadığına dâir.
adem-i vücud: olmayan; yokluk.
ademâbad: yokluğa gidiş. Yok oluş.
ademâlûd: yokluğa karışmış, yok olmuş gibi.
ademistan: yokluk yeri, yokluk ülkesi.
ademnümâ: yokluk gösteren.
âdet-i İlâhiye: Allah'ın âdeti, kânunu.
âdi: basit, normal, her zaman yapılan, sıradan, üstünlük farkı olmayan.
Âdil: âdâlet eden, her zaman adâletle hükmeden Allah.
Âdil-i Bilhak: hakkıyla ve adâletle iş gören Allah.
Âdil-i Hakîm: hikmet ve adâletle iş görüp tasarruf eden.
Âdil-i Mutlak: her şeyin hakkını veren, zulûmden münezzeh olan ve sonsuz adâlet sahibi Allah.
Âdil-i Rahim: adâlet ve rahmetiyle her işi gören Allah.
âdiyât: her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mucize-i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kıymeti bilinmeyen hâdiseler.
Adl: adâlet, adâlet üzere oluş, doğruluk; Allah'ın bir ismi.
Adl-t Hakem: adâlet ve hikmet sahibi Allah.
adliye: mahkeme; muhâkeme işleriyle. uğraşan dâire.
adüvv: düşman.
adüvv-ü kâfir: kâfir düşman.
âfâk: ufuklar; dış dünya.
âfâk-ı âlem: âlemin ufukları.
âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet: İlâhlığın büyüklük ufukları.
âfâki: dünyaya âit meseleler ve hâdiseler.
âfât: âfetler, belâlar, musibetler, büyük felâketler.
âfiyet: sağlık, selâmet, sıhhatli olmak.
afv: affetmek.
afv-ı İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın affı.
ağdiye: tekelcilik anlayışı.
ağleben: ekseriyetle, genellikle.
ağsân: dallar.
âğûş-u nâzdarâne: nâzenin bir şekilde sarmalayan kucak.
ahâli: halk, umum; bir memlekette oturanlar, yaşayanlar.
ahâli-i İslâmiye: Müslüman halk.
âhar: başkaları, diğerleri.
ahbâb-ı uhrevi: âhiret dostları.
ahbap: sevilenler, dostlar.
ahbâr: haberler.
ahd: söz vermek, vaad etmek.
ahenk: uygunluk, düzgün tarz ve gidiş.
âhir: son.
âhiret: Kıyâmetten sonra kurulacak olan âlem, öte dünya, ikinci hayat.
âhir-i hayat: hayatın sonu.
âhir-i ömr: ömür sonu.
âhirzaman: dünyanın son zamanı ve son devresi, dünya hayatının kıyâmete yakın son devresi, Peygamberimizin (a. s. m. ) yaşadığı devirden kıyâmete kadar olan zaman.
ahkâm: hükümler, kânunlar, nizamlar, prensipler.
ahkâm-ı İlâhiye: Allah'ın hükümleri.
ahkâm-ı imâniye: inançla ilgili hükümler.
ahkâm-ı İslâmiye: İslâm'ın hükümleri.
ahkâm-ı katiye-i İslâmiye: İslâm'ın kesinleşmiş hüküm ve esasları.
ahkâm-ı kudsiye: mukaddes hükümler.
ahkâm-ı mesture: aslında var olup, gizli kalmış hükümler.
ahkâm-ı Rubûbiyet: Cenâb-ı Hakkın terbiye ve idâre ediciliğinin hükümleri.
ahkâm-ı şer'iye: şeriatın hüküm ve kâideleri, esasları.
ahkâm-ı şeriat: dinin hükümleri, İslâmın hükümleri.
Ahkemü'l-Hâkimin: Hâkimlerin Hâkimi.
ahlâf: sonrakiler, evvelkilerin yerine geçenler.
ahlâk-ı hamîde: beğenilen güzel ahlâk.
ahlâk-ı hasene: güzel ahlâk.
ahlâk-ı İlâhiye: ilâhi ahlâk olan Peygamberin güzel ahlâkı.
ahlâk-ı rezile: alçak ve kötü ahlâk.
ahlâk-ı Seyyie-i vahşiyâne: vahşice olan kötü ahlâk.
ahlâk-ı seyyie: günah, kötü huy, çirkin ahlâk.
ahlâk-ı ulviye: yüce ve yüksek ahlâk.
ahlâk-ı umûmiye: umumî, sosyal ahlâk, anlayış.
ahlâkî:ahlâkla ilgili, ahlâka uygun.
ahlâkiyyun: ahlâk ilmiyle uğraşanlar.
ahmakâne: ahmakçasına.
ahsen: makbul, geçerli.
ahsen-i sûret: en güzel sûret.
ahsen-i takvim: en güzel biçime koyma; Cenâb-ı Hakkın her şeyi en güzel biçim, sıfat ve sûrette yaratması; insanın en güzel sûrette yaratılışı.
ahseniyet: güzellik ve hüsün.
ahsenü'l-Hâlıkin: her şeyi her şeyle münasebetine lâyık bir tarzda güzel yaratan Hâlık (c. c. ).
ahvâl: haller, durumlar.
ahvâl-i âhirin: sonrakilerin, gelecek olanların halleri.
ahvâl-i beşeriye: insanların yaşayışları. Sosyal hayat.
ahvâl-i Cennet: Cennet'in. halleri, Cennet hayatı.
ahvâl-i dünyeviye: dünya halleri.
ahvâl-i mâzi: geçmişin halleri.
ahvâl-i muhtelit: çeşitli ve değişik haller.
ahvâl-i uhreviye: âhiretteki durumlar, hâdiseler.
ahvâl-i vücûdiye: vücûdun çeşitli halleri.
ahvâl-i zaman: zamanın şartları, halleri.
ahyâr-ı semâviyyîn: göktekilerin en iyileri, göklerin hayırlıları.
ahyâr:hayırlar, iyiler.
ahz-ı asker: asker alımı.
ahz-ı misak: söz ve yemin almak.
ahz-ı ücret: ücret alma.
âilevi:âileye âit, âileyle ilgili.
âkab: bir şeyin gerisi, sonu.
akâid-i imâniye: iman esasları.
akâid-i insâniye: insanî değerler inanışlar. Çoğu insanların bir meseledeki inanç beraberliği.
akâid-i kelâmiye: itikâda, imâna âit meselelerden, İslâmî esaslar dâiresinde bahseden ilim.
akâidî: inanca dâir.
akârib:yakınlar, akrabâlar.
akçe: para.
akd: anlaşma, sözleşme, bağlantı.
âkıbet: bir şeyin sonu; nihayet, netice.
Akıbetü'l müttakin: takva sahiplerinin mutlu sonu.
âkıbetü'l-âkibe: nihai sonuç.
âkıl: akıllı.
akılfüruş: aklını beğendirmeye çalışan, akıllı olduğunu göstermeye gayret eden.
akilsuz: akla ters, aklı rahatsız eden.
akide: inanılan ve îtikad edilen esas.
akik: çoğunlukla kırmızı renkte olan yüzük gibi takılarda kullanılan bir süs taşı.
akîm: neticesiz, kısır, beyhûde; boş.
âkil: beslenen, yiyen.
âkilü'n-nebât: bitkilerle beslenenler. Ot oburlar.
âkilü's-semek: balık eti ile beslenenler.
akis: yansıma.
akl-ı beşer: insan aklı.
akl-ı dünyevî: dünyevi akıl.
akl-ı evvel: ilk akıl.
aklen: akıl ile, akıl yoluyla, akıl bakımından.
aklî: akıl ile bilinen veya bulunan şey; akla mensup, akıla dâir ve onunla ilgili.
akran: emsâller, yaşıtlar.
akreb: en yakın.
akrebiyet-i İlâhiye: Allah'a olan yakınlık.
akrebiyet: yakınlık, yakın olma.
aks: yansıma, yankı; zıd.
aks-i sadâ: ses yankılanması.
aks-i nur: ışığın yansıması.
aksâm: kısımlar, bölümler.
aksâm-ı huruf: harflerin kısımları.
aksâm-ı ihsahât: ihsan ve lütufların çeşitleri, kısımları.
aksâm-ı kelâmiye: sözün kısımları.
aksâm-ı kesîre: çok kısımlar.
aksâm-ı ma'lûme: bilinen kısımlar.
aksâm-ı Tevhid: tevhidin kısımları.
aksâm-ı zinet: süs dereceleri, zînet çeşitleri.
aktâb: kutublar, hak tarîkatlerin reisleri, şahları; bir çok Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük velilerden zamanın en büyük mürşidi olan kimseler.
aktâb-ı âşıkîn: Allah ve hak âşığı olan kutuplar, hak tarikatların şahları, reisleri.
aktâr: her taraf, her yer; çaplar.
aktâr-ı âlem: kâinat memleketi, kâinatın dört bir yanı.
aktâr-ı arz: dünyanın her tarafı.
aktâr-ı İslâmi: İslâm âleminin dört bir yanı; her taraf, dünyanın dört bir yanı.
aktâr-ı memleket: memleketin her tarafı.
aktâr-ı zemin: zeminin her bir yanı, dünyanın her köşesi.
aktrist: tiyatroda rol yapan kadın oyuncu.
akvâl: kelimeler, konuşmalar, sözler, kaviller.
akvâm-ı âlem: dünyadaki millletler.
akvâm-ı beşeriye: insan kavimleri; milletler.
akvâm: kavimler, milletler.
Âl:Peygamberimizin âilesine mensup olanlar.
âlâ: üstün, yüce, çok yüksek, kıymetli.
âlâ-yı illiyyin-i insâniyet: insanlığın en yüksek derecesi.
âlâ-yı illiyyin: Allah katında en iyilerin derecesi; Cennetin en yüksek derecesi; yüceler yücesi, en yüksek mertebe.
alâik-ı nakş: nakışlardaki benzerlik ve alâka.
alaka: asılıp tutunan şey, bebeğin anne karnındaki 40-50'inci günleri arasındaki devreye denir.
alâka: bağlılık, bağ, ilişki.
alâkadar: bağlı, alâkalı, ilgili.
alâkadarâne: ilgilenerek, alâka göstererek.
alâküllihâl: ister istemez, her durumda, her halükârda, eninde sonunda.
âlâm: elemler, acılar.
âlâm-ı firak: ayrılık elemleri.
âlâm-i hazînâne: üzüntü verici elemler.
alâmât: işaretler, semboller.
alâmet: belirti, işaret, nişan.
alâmet-i fârika: bir şeyi diğerlerinden farklı kılan hususiyet.
alâmet-i Kıyâmet: kıyâmet alâmetleri.
âlât: âletler, vâsıtalar.
âlât-ı lehviyat: eğlence aletleri.
alay: 3-4 tabur piyade veya 5 bölük askerden meydana gelen kuvvet.
Âlem-i şehâdet: şehâdet âlemi gözümüzle ördüğümüz âlem, bu dünya, kâinât.
âlem-i âhiret: ahiret âlemi.
âlem-i an: dünya âlemi.
âlem-i arziye: dünyâ âlemleri; yeryüzündeki muhtelif âlem yeri.
âlem-i asgar ve ekber: en küçük ve en büyük âlem. İnsan ve kâinat.
âlem-i asgar: en küçük âlem, insan.
âlem-i bâkî: sonsuz olan âhiret âlemi.
âlem-i bekâ: sonsuzluk alemi; âhiret.
âlem-i berzah: ölenlerin, Kıyâmete kadar bulundukları âlem; kabir âlemi; ruhların ve ruhânîlerin bulunduğu âlem.
âlem-i beşeriyet: insanlık âlemi.
âlem-i cismâniyât: maddî varlıkların bulunduğu âlemler.
âlem-i cismâniyet: madde âlemi. varlık dünyası.
âlem-i ebed: sonsuz âlem.
âlem-i ebediyet: sonsuzluk âlemi.
âlem-i ekber: en büyük âlem.
âlem-i emr: Cenâb-ı Hak'kın değişmeyen sabit hakîkatler şeklinde devam eden kânunları âlemi, dairesi.
âlem-i ervah: ruhlar âlemi, ruhların ve ruhânilerin bulunduğu âlem.
âlem-i gayb: görünmeyen alem, kabir, Cennet, Cehennem gibi göremediğimiz âlemler.
âlem-i hakîkat: gerçek dünya. Geçici ve fani olmayan âlem.
âlem-i insâniyet: insanlık âlemi.
âlem-i İslâm: İslâm âlemi.
âlem-i İslâmiyet: İslâmiyet âlemi.
âlem-i kebîr: büyük âlem, kâinât.
âlem-i kesif: karanlık âlem. Dünya.
âlem-i küfür: küfür dünyası.
âlem-i lâtif: nurlu âlem; ahiret.
âlem-i mahşer: kabir hayatının bitmesinden sonra yeniden diriliş ve toplanmanın olacağı âlem.
âlem-i mânâ: gözle gördüğümüz âlemin dışındaki mânâ âlemi; mâneviyat büyüklerince bilinen âlem.
âlem-i manevîye-i İslâmiye: İslâmiyetin mânevî âlemi.
âlem-i medeniyet: medeniyet dünyası.
âlem-i melekût: meleklerin dünyası.
âlem-i menâm: uyku âlemi, rüyâ âlemi.
âlem-i misâl: bütün varlıkların ve hâdiselerin görüntülerinin, sûretlerinin bulunduğu âlem; rüyâ âlemi.
âlem-i mubsırât: görünen varlıklar âlemi.
âlem-i mülk: görünen âlem her şeyin dış yüzünün meydanâ getirdiği âlem.
âlem-i mülk ve melekût: varlıkların dış ve iç yüzleri iyi kötü güzel çirkin gibi zıtları içine alan sebepler dünyası âlem-i mülk, hiç bir vasıta ve engelin müdâhale edemediği, hüküm ve idâresi sadece Allah'ın elinde bulunan âlem ise âlem-i melekût.
âlem-i nur-u enver: âlemin nurunun nuru.
âlem-i nur: nur âlemi, âhiret.
âlem-i rahat: rahat âlemi.
âlem-i rahmet: rahmet dünyası.
âlem-i sağir: küçük âlem. İnsan bedeni.
âlem-i süfli: alt ve aşağıdaki âlem. Maden, bitki ve hayvanlar âlemi.
âlem-i şehâdet: şehâdet âlemi, gözle gördüğümüz âlem.
alem-i tagayyür:değişme âlemi; her şeyin aynı kalmayıp devamlı değiştiği alem.
âlem-i uhrevî: öbür hayat, âhiret hayatı.
âlem-i uhreviye: âhiret âlemi.
âlem-i ulvi: yükseklerdeki âlem ve dünyalar.
âlem-i zulûmât: karanlıklar âlemi.
alemdâr: bayrak tutan; bayraktar.
âlemü'l guyûb: gayb âlemleri, görünmeyen alemler.
âlet-i hevesât: hevesât âleti.
ölet-i inkişaf: gelişmeye müsait. Geliştirilebilen bir âlet.
âlet-i mülahaza: düşünme ve muhakeme vasıtası.
âlet-i tâzib: azap verme âleti.
âlet-i tenâsül-i insan: insanın üreme organı.
âlet-i tes'id: saadete ulaştırma âleti.
Alevi: Hz. Ali'ye mensup olan, Şia.
aleyh:onun hakkında, onun üzerinde, onun zararına (olumsuz olarak kullanılır).
aleyhimüsselâm: Allah onlara selâm etsin.
Aleyhisselâtü Vesselâm: "Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun" mânâsında Peygamberimiz için yapılan duâ.
âli:üstün, yüce, yüksek, büyük, azîz.
Alim-i Hakim: her şeyi bilen ve hikmetle yaratan Allah.
Alim-i Küll-i Şey: her şeyi bilen ve her şeyin ilmi dahilinde olan Allah.
Alîm-i Mutlak: ilmine hiçbir şekilde sınır konamayan ve herzeyi hakkıyla bilen Allah.
Alîm: herzeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi; herzeyi hakkıyla bilen Allah.
âlimâne: âlimlere yakışır bir şekilde.
âlicenap: yüksek ahlâklı, cömert.
âlihe: batıl ilâhlar; ehl-i batılın tanrıları.
Alim: her şeyi hakkıyla bilen Allah.
âlim-i ilm-i celb: bir eşyâyı bir yerden bir yere çekmek ilminin âlimi.
âlimâne: âlimlere yakışır. bir şekilde, bilerek.
Allâhümme: Ey Allah'ım!
âlûde: karışmış, karışık, bulaşmış, alaca.
âlûfte: açık saçık, ahlaksız kadın..
âmâ-i asam: kör ve sağır.
a'mâl: ameller, işler, fiiller.
a'mâl-i beşeriye: insanın yaptıkları işler.
âmâl: emeller, arzular.
âmâl-i beşeriye: insanların amelleri, yaptıkları.
âmâl-i sermediyet: sonsuzluk emelleri ve arzular.
amel: dinî bir emr yerine getirme, itaat, fiil, iş, emek.
amel-i sâlih: dine uygun hayırlı fiil, iyi iş.
amel-i uhrevi: âhirete âit iş; neticesi âhirette görülecek olan davranış.
amelen: işleyerek yaparak; fiîlen.
ameli: amelle ilgili ve ona ait, fiil. olarak, işleme sûretiyle, pratik, tecrübeli.
âmennâ ve saddaknâ: "Doğruluğuna iman edip tasdik ediyoruz" mânâsında; inandık ve tasdik ettik.
âmennâ: iman ettik.
Amentü billâh: "Allah'a îman ettim "
âmi: avâmca, bilgisiz, câhil, ileri gelenlerden olmayan.
âmin-i dâimi: devamlı bir Amin.
âmin: "Yâ Rabbil Öyle olsun, kabul eyle!" mânâsında duâdan sonra söylenir.
âmir: büyük memur, emreden, iş gösteren.
Âmir-i Alim: sonsuz ilim sahibi olan âmir; Allah.
Âmir-i Mutlak: mutlak emir sahibi, ezel ve ebed Sultanı olan Allah.
âmiriyet: âmirlik, emredici oluş.
âmiyâne: âdice, bayağıca, cahillere yakışır surette.
âmm: herkese âit, umuma âit, umumi.
âmme: genel, umumî.
an'ane: gelenek, âdet, örf; ağızdan nakledilen söz.
ân-ı seyyâle: bir anda akıp giden zaman dilimi. Su gibi geçen an.
anahtar külçesi: anahtar demeti, bir tele dirilmiş çok sayıda anahtarların hepsi.
anâsır-ı arziye: dünyadaki unsurlar.
anâsır-ı asliye: temel unsurlar.
anâsır-ı câmide: cansız ve ruhsuz unsurlar, elementler.
anâsır-ı külliye: küllî ve dünyanın her tarafına yayılan unsurlar.
anâsır-ı mâneviye: mânevî unsurlar.
anâsırı saire: diğer unsurlar. Toprağın dışındakiler (Su, hava, ziya)
anâsır-ı tabâyia: tabiattaki unsurlar (dağ, taş, deniz v. s. )
anâsır-ı zâhiriye: toprak, ziyâ, hava, su gibi maddî unsurlar.
anâsır: elemanlar, unsurlar, elementler; bütünü meydana getiren parçalar; varlıkların meydana gelmesini sağlayan temel unsurlar, elementler
andelib-i zîşan: şan sahibi bülbül.
angarya: ücretsiz olan iş.
âni: birden bire.
ankebût: örümcek.
antika-i sanat-ı Rabbâniye: değerli ve mükemmel güzellikteki İlâhı sanat.
antika: kıymetli sanat eseri; eski zamandan kalma eser, tarihî eser.
Arabî: Arapça.
Arabiyyü'l-ibâre: Arapça paragraf, Arapça bölüm.
arazi: sonradan ortaya çıkan, dolayısıyla.
ârız: bulaşma, yaklaşma; sonradan ortaya çıkma.
ârızi: sonradan olma, bir şeyin aslından olmayan.
ârif: bilen, bilgide ileri olan, âşinâ, vâkıf; hakkı hakkıyla bilen; bir şeyi çok düşünmeye ihtiyaç duymadan ve zorlanmadan kolayca anlayan; zevkî. ve vicdanî irfan sâhibi.
ârif-i billâh: Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanıyan,. mürşide, ermiş, evliyâ.
ârif-i münevver: nurlanmış ve mesleğinin mütehassısı olmuş ve aklı ile beraber kalbi de nurlanmış âlim.
ârifin: ârifler.
arş ü ferş: yer ve gök.
Arş: kürsü, taht, yüce makâm; en yüksek gök; Allah'ın büyüklüğünün yüceliğinin tecellî ettiği yer, askere yürümesi için verilen emir.
Arş-ı Azam: en büyük arş. Allah'ın arşı; yücelerdeki yer.
Arş-ı Ehadiyet: 284. sayfa.
Arş-ı Mârifetullah: Allah'ı hakkıyla tanımanın en yüksek derecesi.
Arş-ı Rahmân: Rahmân'ın arşı. Bağışlayan ve yardım eden en yüce makam-ı İlâhî
arş-i azamet: Cenâb-ı Hakkın büyüklüğünün arşı.
arş-ı kemâlât: olgunlukların zirvesi.
arş-ı mânevi: mânevi arş.
arş-ı Rubûbiyet: terbiye ediciliğin yüce makamı Saltanat-ı Rububiyetin tasarrufunda bulunan muhtelif dairelerindeki hususi ve yüce makâm.
arşın: 68 santimetreye denk olan eski bir uzunluk ölçüsü
arşî ve süllemî: varlıkların zincirleme sebepler neticesinde birbirini meydana getirdiği görüşü olan "devir ve teselsül"ün batıl olduğunu ispatlamak için kullanılan mantıki bir delil.
Arşü'r-Rahmân: Rahmân olan Allah'ın arşı.
arz: yer, dünya sunma, takdim etme.
arz-ı dîdar: güzelliğini göstermek, yüzünü göstermek.
arz-ı münâcât: duâyı arz etmek.
arz-ı ubudiyet: kulluğun arz edilmesi.
arziye: beşeri, insanların yaptıkları.
arzu-yu İlâhiye: Allah'ın rızâsı ve kullarından isteği.
arzuhal: arzetmek, bir iş için bir makâma verilen dilekçe.
arzukeş: arzulu, istekli.
asâ: değnek.
asâ•yı Musâ: kâfir sihirbazları mağlup eden ve taşa vurulduğunda Cenâb-ı Hakkın izni ile su çıkaran Hz. Musâ'nın (a. s. ) mu'cizeli değneği, asası.
âsâb:damarlar; sinirler.
âsâb-ı muharrike: hareket ettirici sinirler.
asabi: sinirli, öfkeli.
asabiyet:sinirlilik, aşırı gayret, iman ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını veya milletini savunma gayreti, hamiyyet.
asabiyet-i nev'iye:yakınlarına, sülâlesine, milliyetine yakınlık ve taraftarlık damarı.
asabiyeten: asabi olarak, milliyet ve soy açısından.
âsân: kolay.
a'sar: asırlar.
âsâr: eserler, izler, nişanlar; vazifeler, yükler, cürümler, kabahatler.
âsâr-ı acîbe: şaşırtıcı eserler.
âsâr-ı azîme: büyük eserler.
âsâr-ı beşeriye: insanların yâptığı eserler.
âsâr-ı ceberut: ceberut eserleri.
âsâr-ı haşmet: haşmet eserleri.
âsâr-ı hayat: hayat emareleri. Hayata faydalılık veren.
âsâr-ı hikmet: hikmet eserleri.
âsâr-ı ihsan: lütuf ve ihsan nümuneleri, eserleri, belirtileri.
âsâr-ı İlâhiye: İlâhî eserler.
âsâr-ı kemâl: olgunluk eserleri.
âsâr-ı Lütuf: Allah'ın lütuf ve ihsan ettikleri.
âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemin görünen eserleri.
âsâr-ı mu'cizekârâne: mu'cize sâhibi zâta yakışan eserler.
âsâr-ı nurâniye: nurâni eserler.
âsâr-ı Rabbâniye: Rabbâni sırlar.
âsâr-ı rahmet: rahmet eserleri.
âsâr-ı Rubûbiyet: Allah'ın (c. c. ) idare ve terbiye edici eserleri.
âsâr-ı sanat: sanat eserleri.
âsâr-ı terakki yât: ilerlemelerin meydana getirdiği eserler.
âsâyiş: emniyet, korku ve endişeden uzak hâl, kânun ve nizam hakimiyeti.
asfiyâ: sâfiyet, kemâl ve takvâ sahibi ve Peygambere (asm) vâris olup onun meslek ve gâyelerini gerçekleştirmeye ve tatbike çalışan zâtlar.
asgar: küçük, asgari.
Ashab: Peygamberimizi (a. s. m. ) gören ve mü'min olarak vefât eden büyük zâtlar • sahipler, sahabeler.
Ashâb-ı Nebî: Peygamberin Sahabeleri.
ashab-ı akıl: akıl sahipleri; akıllı kimseler.
ashâb-ı irfan: tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemâl sahipleri.
ashâb-ı kemâlât: kâmil insanlar; kemâlât sahibi insanlar.
âsi: isyan eden, isyankâr, karşı gelen.
âsiyâne: isyan edercesine.
asl-ı hilkat-i arz: dünyanın yaratılışının aslı, ilk hali.
asl-ı hilkat: yaratılış kökü, yaratılışın ilk hâli, başlangıcı.
asl-ı nübüvvet: peygamberlik kökü, temeli.
asl-ı vesvese: vesvesenin aslı, ilk hâli, evhamla büyütülmemiş şekli.
aslâ: olması imkânsız.
asliyet: asıllık, asıl oluş.
asr: ikindi • devir, asır.
Asr-ı Saadet: mutluluk çağı, Peygamber Efendimizin (a. s m. ) peygamber olarak dünyada bulunduğu devir.
asr-ı ahir: son asır.
asr-ı câhiliyet: Peygamberimizden (a. s. m. ) önceki asır, insanların puta taptığı, küfür ve cehâlet asrı.
asr-ı hakikat: her şeyin gerçeğinin ortaya konulduğu asır.
asr-ı hakikatbîn: gerçeği gören asır.
asr-ı hâzır: şimdiki asır.
asr-ı nur: nur ve nuranî asır.
asr-ı Sahabe: Sahabelerin zamanı.
asri: asırlık, asra âit ve ilgili.
âsuman: gökyüzü, gökkubbe.
asvât: sesler.
âşık: çok aşırı seven, şiddetli muhabbet besleyen.
aşiret-i galib: aşiretin, bir çatışmada galip gelmesi. Galip gelen aşiret.
âşikâre: açık, belli, meydanda.
âşire: onuncu; tasiânın altmışta biri.
aşire-i dakika: bir dakikanın 167 trilyon 961 milyar 600 milyonda biri.
aşk-ı bekâ: sonsuzluk aşkı.
aşk-ı ebedi: sonsuz olan Allah'ın aşkı.
aşk-ı kimyevi: kimyevi bir cazibe ile birleşme.
aşk-ı lâhuti: Cenâb-ı Hakka olan sevgi ve muhabbet.
aşk-r mukaddes: İlâhi ve kudsî sevgi. Aşk-ı İlâhî.
aşknâme: aşk mektubu.
aşr-ı mîşâr: onda birin onda biri; yüzde bir.
atâ ender atâ: lütuf içinde lütuf; bağış içinde bağış.
atâlet: boş durma, tenbellik, işsizlik, yılgınlık.
atayâ-yı Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi Allah'ın bahşiş, lütuf ve ihsanları.
ateşpâre: ateş parçası, ateş gibi.
Atûf: çok acıyan, pek merhametli olan Allah.
avâik: manialar, müşküller.
avâlim: âlemler, cihanlar.
avâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri.
avâlim-i ulviye: yüce âlemler. Mâna âlemi; âhiret âlemleri.
avâm: sıradan biri, fakir halk tabakası; okuyup yazması az olan; ilim ve irfânı az, basit yaşayışa sahip kimse.
Avâm-ı nâs: insanların ilmi irfanı kıt, okuma yazması olmayanları.
avâm-ı melâike: meleklerden dereceleri düşük olanlar.
âvân: anlar, zamanlar.
avâm-ı Mûslimîn: Müslümanların avamları.
avâm-ı nâs: insanların ilmi irfanı kıt, okuma yazması olmayanları.
âvân-ı tekemmül: gelişip olgunlaşma anları.
avane: yardımcılar.
âvâz-ı hususi: herkesin kendisine has sesi.
âyâ: "acaba, nasıl oluyor, hayret' gibi mânâlara. gelen şaşkınlık bildiren bir edattır.
Ayasofi: Ayasofya Camii.
âyât: âyetler; işaretler, deliller, tabiatta Allah'ın varlık ve birliğine işaret eden deliller. '
âyât-ı acibe: Cenâb-ı Allah'ın acip ve garib işlerinin ve. eserlerinin perde arkasındaki hakikati.
âyât-ı beyyinât: ap açık rüyetler, deliller veya işâretler.
âyât-ı haşriye: haşirle ilgili âyetler.
âyât-ı İlâhiye: Allah'ın âyetleri.
âyât-ı kâtıa: Kur'ân'ın kesin âyetleri,
âyât-ı katiye: doğruluğu kesin âyetler, kat'î deliller.
âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri.
âyât-ı Kur'âniye: Kur'ân'ın âyetleri.
âyât-ı kübrâ: en büyük âyetler.
âyât-ı Rabbâniye: Rabbanî âyetler.
âyât-ı Rubûbiyet: Allah'ın terbiye edicilik sıfatını anlatan ve onunla ilgili olan âyetler.
âyât-ı tekvîniye: oluşla, yaratılışla ilgili âyetler; varlıklarda görülen deliller.
âyet: Kur'ân'ın her bir cümlesi.
âyet-i acibe: insana hayretveren âyet.
âyet-i azime: büyük ve azametli âyet.
âyet-i câmia: çok mânâları içinde toplayan âyet ve delil.
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur'ân'ın her bir cümlesi.
âyet-i Kur'ân: Kur'ân âyetleri.
âyet-i kübrâ:en büyük âyet.
âyet-i pürenvâr: nurlarla dolu âyet.
âyet-i tenzîl: her bir indirilmiş âyet.
Âyete'l-Kürsî: Allah'ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Süresinin 255. âyeti. âyetü'l kübrâ| en büyük âyet, delil.
âyine-i cemâl-i ehadiyet: Allah'ın her bir güzel şeydeki birlik âyinesi, tecellîsi.
âyine-i cemâl: cemâl âyinesi. Güzelliğin görünmesi.
âyine-i esmâ: İlahî isimlerin âyineleri.
âyine-i kalb: kalb aynası.
âyine-i mahlukat: mahlukâtın görüntüsünün ifâde ettiği mânâ.
âyine-i mârifet: mârifet aynası..
âyine-i müştak: istek ve arzu duyan ayna, Cenâb-ı Hakkı görmeye çok arzu duyan ve Onun isimlerinin tecellisine ayna olan insan.
âyine-i ruh: ruh aynası.
âyine-i Samed: Allah'ın Samed isminin tecellî ettiği yer.
âyine-i Samedâniye: Samed aynası, Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmayışı ve her şeyin Ona muhtaç oluşunu gösteren ayna.
âyine-i Samediyet: hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'a her şeyin muhtaç oluş aynası.
âyine-i tecellî: aslın görüntüsünü aksettiren ayna.
âyine-misâl: ayna gibi, aynaya benzer.
âyine: ayna, görüntü.
âyinedar: bir şeyin özelliklerini, sıfatlarını gösteren, ayna olan.
ayn: göz, çeşme • tıpkısı, tâ kendisi
ayn-ı adâlet: adâletin tâ kendisi.
ayn-ı adl: adâletin tâ kendisi.
ayn-ı belâhet: ahmaklığın dikalası.
ayn-ı çirkinlik: çirkinliğin aynısı.
ayn-ı edep: edebin tâ kendisi.
ayn-ı hak: gerçeğin ta kendisi.
ayn-ı hakîkat: hakîkatin tâ kendisi.
ayn-ı hikmet: tamamen faydalı ve gâyeli.
ayn-ı ilm: ilmin tâ kendisi.
ayn-ı kudret: kudretin tâ kendisi.
ayn-ı likâ: gerçek kavuşma.
ayn-ı matlûb: talep edilenin aynısı.
ayn-ı. mutlak: mutlağın ta kendisi, sınırsız olan.
ayn-ı rahmet: rahmetin ta kendisi.
ayn-ı şems: güneşin gözü.
ayn-ı şükran: teşekkürü gerektiren.
ayn-ı şükür: şükrün bir ifâdesi.
ayn-ı zâhir: açıklık içinde; olduğu gibi; olduğu yerde.
ayn-ı zâti: bizzatihi kendisi.
aynelyakin: görür derecede kesin olarak bilme veya bir derecede inanma.
aynen: tıpkı tıpkısına, tamamıyla.
ayniyet: tıpkısı olmak, aynı olmak.
ayyaş: haram içki içen, sarhoş.
âzâ: üye; organ, bedenin her bir uzvu.
âzâ-i beden: vücud organı.
âzâ-i esâsi: temel organlar.
âzâ-i İbrâhim: İbrahim'in (a. s. ) vücut organı.
azâb-ı elim: elem ve ızdırap veren cezalar.
âzâd: serbest bırakma, hürriyetine kavuşturma.
âzam: en büyük.
azamet: büyüklük.
azamet-i âsâr: eserlerin büyüklüğü.
azamet-i haşmet-i haysiyet: şeref ve haysiyetin haşmeti ve•büyüklüğü.
azamet-i haşmet: ihtişamın büyüklüğü.
azamet-i ihâta: kuşatıp içine almanın büyüklüğü.
azamet-i İlâhiye: Allah'ı büyüklüğü.
azamet-i kadr: kıymetin büyüklüğü.
azamet-i kibriyâ: haşmetin büyüklüğü.
azamet-i kudret-i İlâhiye: Allah'ın kudretinin sonsuz büyüklüğü.
azamet-i kudret: kudretin büyüklüğü.
azamet-i kudret: kudretin büyüklüğü.
azamet-i mâneviye: mânevî büyüklük.
azamet-i nûrâniyet: parlaklığın büyüklüğü.
azamet-i Rubûbiyet: Allah'ın terbiye edicilik sıfatının büyüklüğü.
aıamet-i saltanat: sultanlık ve idâre ediciliğin büyüklüğü.
azamet-i Sâni: Yaratıcının büyüklüğü.
azamet-i şevket-i Rubûbiyet: Allah'ın terbiye edicilik sıfatının haşmet ve büyüklüğü.
azamet-i Ulûhiyet: İlâhlığın büyüklüğü.
âzami:en fazla, en çok,.
âzamiyet: en fazla oluş, en fazlalık.
azap: acı, ceza, işkence.
azim: çok büyük, en büyük, en yüce, çok ileri.
azîme: büyük.
azîmet: takva. ile şiddetli kaçınmak, günahlardan uzak durmak.
azimüşşan: şanı yüce, büyük.
Azîz: izzetli, çok izzetli, mânevi kuvvet ve kudret sahibi mağlup edilmesi mümkün olmayan ve dâima galip olan mânâsında Allah'ın bir ismi.
azl: bir şeyi yerinden, güruhundan veya işinden ayırmak; birisini işinden veya makâmından ayırmak.
B:
bâ âsam: günahlarla birlikte.
bâvehim: vehim ve korku ile. Şüphe ile.
ba'sû ba'de'l-mevt: ölümden sonraki diriliş.
bâb-ı âlem: âlem kapısı. İnsanlık kapısı.
bâb-ı cûd ve cemâl: sonsuz güzellik ve cömertlik kapısı.
bâb-ı haşmet ve sermediyet: sonsuzluk ve büyüklük kapısı.
bâb- hıfz ve hafiziyet: her şeyi koruyuculuk ve koruma kapısı.
bâb-ı hikmet ve adâlet: hikmet ve adâlet kapısı.
bab-ı ihyâ ve imâte: diriltme ve öldürme kapısı.
bâb-ı insâniyet: insanlık kapısı.
bâb-ı kerem ve rahmet: şefkat, merhamet ve cömertlik, ikram ve ihsan kapısı.
bâb-ı risâlet ve tenzil: kitap indirme ve peygamberlik kapısı.
bâb-ı rubûbiyet ve saltanat: terbiye edicilik ve sultanlık kapısı.
bâb-ı şefkat ve ubûdiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed'in (a. s. m) kulluğu ve şefkatli kapısı.
bâb-ı vaad ve vaid: vaad ve tehdit kapısı.
bâd-ı tecelli: tecelli rüzgârı; kader.
bâdelmemât: öldükten sonra.
bâdiheva: hevâ ve heves; eğlence, bedâva, boş.
bâği: isteyen; âsî, zâlim, yoldan sapmış isyan etmiş, meşru idâreye başkaldıran.
bağistan-ı kerem: cömertlik bahçesi.
bâğistân-ı Cinân: Cennet bağları.
bağistan-ı rahmet: Cenâb-ı Hakkın merhamet ve şefkatle ihsan ettiği şeyler bulunan bahçe; Cennet bahçesi.
bağy: azgınlık. Zulüm. isyan.
bahem: birlikte, beraber.
bâhir: ap açık, âşikâr.
bahis: konu.
bahr: deniz, büyük âlim.
bahr-i belagat: belagat denizi.
bahr-i Furkan: Kur'ân denizi.
bahr-i hakâik: gerçekler denizi.
bahr-i ilm: ilim denizi.
bahri muhit-i havâi: büyük bir okyanusa benzeyen hava.
bahr-i muhit-i Kur'âni: büyük bir okyanusa benzeyen sonsuz ilim hazinesi olan Kur'an.
bahr-i müsebbih: tesbih eden deniz.
bahr-i Tevhid: tevhid deryası.
bahri: denize âit, denizle ilgili, denize mensup.
bahs: bir şey hakkında etrafıyla söz söyleyip,hakikati araştırmak, söz etmek, konuşulan şey.
bahs-i Kur'ân: Kur'ân'ın bahsi.
bahş: bağış, ihsan, lütuf.
baht: kader, kısmet, talih; alın yazısı, ikbal.
bahtiyar: bahtlı, iyi tâli'li; mesut, mübârek, kutlu.
bâhusus: bilhassa, en çok, özellikle, bu hususla beraber, bununla beraber.
baîd: uzak.
Bâis: "Gönderen, yeniden yaratan" mânâsında Allah'ın bir ismi.
bakar:öküz, dana, sığır.
bakarperest: ineğe tapan.
bakiye-i âsâr:eser ve izlerin geriye kalanı, artıkları.
baki: geride kalan, arta kalan.
bâkî: ebedi, dâimi, sonu gelmez, ölmez, sonsuz, geride kalan, arta kalan.
Bâki-i Lâyezâl: hiç yok olmayan ve ebediyyen var olan Allah.
bâlâpervazâne: yüksekten uçar gibi.
bâliğ: ulaşmış, yetişmiş, olgun yaşına gelmiş, erişmiş, varmış.
Bâni-i Zülcemâl: cemal sahibi binâ edici olan Allah.
bûr: yük.
bârekâllâh: Allah ne mübârek yaratmış; Allah hayırlı ve bereketli kılsın.
bârgâh-ı merhamet: merhametin bârgâhı
bârgâh: izinle girilecek yer, padişah divanhânesi, Allah'ın huzuru, duâ edilen yer.
bârgâh-ı huzur: Allah'ın huzuru, Allah'a duâ edilen yer.
barik:yıldırım, şimşek pırıltısı, Parlaklık.
bârid: soğuk, hoş olmayan.
bâridâne: soğukça, soğuk bir şekilde.
bârigâh: Allah'ın huzuru, dua edilen yer.
bârigâh-ı rahmet: sonsuz merhamet sahibi Allah'ın huzuru.
bârika-i beyân:parlak ifade, tam açıklık.
barika-i imân: imanın parıltıları.
Barla: Bediüzzaman Hazretlerinin sürgün olarak kaldığı, Isparta'ya bağlı bir ilçe.
basamak-ı Mirâciye: Mîrac basamağı.
basar:göz, görme duyusu.
Basir: basîret sahibi olan; "her şeyi. gören manasında" Allah'ın bir ismi.
basirâne: görerek, çok iyi gören bir zâta yakışır şekilde.
basire:görme duygusu, görme kuvveti.
basiret: hakîkati kalbiyle hissedip anlama; ince görüş ve seziş, kalb gözüyle görme.
basitâne: basitçe.
bast:genişlemek açmak yaymak; bir şeye el uzatmâk; sevindirmek; kaplamak, Allah'ın cemal tecellisiyle kalbin, huzur ve sükun için ferahlaması.
bast-ı mukaddemat:asıl maksada girmeden önce bir şeyler söyleme.
bâtıl: gerçek olmayan, hak olmayan.
bâtın (batn):karın, mide, insanın içi.
bâtın-ı kalb: kalbin. içi.
bâtınen: içinden olarak, içyüzünde, dahilen.
Bâtınî: içe âit, dış görünüşe dair olmayan.
batman: eski bir ağırlık ölçüsü olup, iki okkadan sekiz okkaya kadar yer yer değişir; çoğunlukla altı okkadır.
battal: bâtıl, boş, hükümsüz.
Bayezid-i Bistâmi: Hicrî 188-261 tarihleri arasında yaşamış büyük âlim ve evliyâ bir zattır.
bayram-ı Rabbâniye: Rabbanî bayram.
becayiş-i mekân: mekân, yer değiştirmek.
becü:iste.
bedâat: hayret vericilik, yenilik ve iyiliklerde üstünlük, acib ve garib olma, çekicilik.
bedâat-i hârika: görülmedik derecede yenilik, üstünlük ve aciplik.
bedâhet: açıklık, ispata ihtiyaç duymamak, âşikâr.
bedâheten: ap açık, bir şekilde, birden bire, âniden, ansızın, düşünmeksizin.
bedâyi: hayret verici güzellikte olan şeyler.
bedbaht: kötü, fena; tâli'siz, bahtsız, mutsuz.
bedbin: kötümser, ümitsiz, her şeyin kötü yönünü gören.
bedel: karşılık, yerine.
beden-i insan: insan vücudu.
beden-i misâlî: bedene benzeyen. Bedenin görünmeyen bir misâli.
beden-i zîhayat: canlıların vücudu.
bedevi: göçebe hayatı yaşayan.
bedeviyet: çöl hayatı. Göçebelik.
bedî: eşi benzeri olmayan hayret verici güzellikte olan, hârika.
bedia: nâdide ve güzel, yeni îcad edilmiş şey; beğenilen ve takdir edilen çok yeni şey.
bedihi: ap açık. belli.
bedihiyât: ap açık hususlar.
bedir: dolunay, ayın en parlak hâli.
bedr-i münevver: nurlanmış ay, parlak ay.
bedr-i münevver: nurlanmış ay, parlak ay.
begün (bikün): "ey! mânâsında kullanılır;
bi-kün tevbe: tevbe et.
behimât: hayvanlar.
behimiyât: hayvansı varlıklar.
beis: zarar, zahmet, zor, fenâ.
bekâ: devam etme, sonsuza kadar var olma.
bekââlûd: bekâ bulaşık, sonsuzluk karışık.
bekâ-i ervah: ruhların ölümsüzlüğü, ebediliği.
bekâ-i nevi: cinslerin, türlerin varlığını sürdürmesi.
bekâ-i ruh: ruhun devamlılığı, sabitliği, ölümsüzlüğü.
bekâ-i şahsi: şahsın ebedî hayatı, sonsuz yaşaması.
belâ ender: belâ içinde.
belâgat: hitap ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkatli söz söyleme sanatı, hâlin gerektirdiğine uygun söz söylemek.
belâgat-ı edâ: belâgatlı.
belâgat-ı harikulade: hârikulâde belâgat görülmedik derece yüksek ve fevkalâde kıymetli olan belâgat.
belâgat-ı Kur'âniye: Kur'ân'ın belâgatı.
belagat-ı hârika: hârika belâgat.
belagat-ı mâneviye: mânevi belâgat.
belâhet: ahmaklık, düşüncesizlik, ne yaptığını iyi bilememek.
belîğane: beliğ bir şekilde.
beliğ: maksadını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatan, hâlin gerektirdiğine ve muhataplara uygun konuşan.
beliyyât: belâlar.
beliyye: belâ, müşkülât, musibet
beliyye-i âmme: yaygın hâle gelmiş günahlar, kötülükler, fenalıklar.
bende: kul.
benî âdem: Âdemoğlu, insanlar
benî beşer: insanoğlu.
benî İsrâil: İsrailoğulları.
berendaz: açık olan, meydanda olan.
berâat: haşmet, metânet; ilim ve şecaatta güzel vasıflarda emsalinden üstünlük; hüsn ve cemalde tam olmak, emsâlinden üstün olmak.
Berahime: Berehmenler, bâtıl ve sapkın Hind ve Mecusi dinindekilerin reisleri.
berâhin: bürhanlar, deliller.
berâhin-i akliye-i katiye: aklî delillerle kesinlik kazanmış olan. Kesinleşmiş aklî deliller.
berâhin-i akliye: akla hoş gelen; aklın tasdik edeceği deliller.
berâhin-i haşriye: haşir bürhanları.
berâhin-i katiye: kesin deliller.
berâhin-i lâtife-i akliye: akla hoş gelen; aklın tasdik edeceği deliller.
berâhin-i tevhid: tevhid bürhanları.
berâhin-i uzmâ: en büyük deliller.
berat: nişan rütbe, imtiyaz ve taltif için verilen kâğıt.
berbat: harab, kötü, bozuk.
berd: soğuk, soğukluk, soğutmak.
bereket: bolluk.
berhem zened: beraber çarpıyor, birlikte çalışıyor.
berk: şimşek
berk-i hâtif: karanlığı delip geçen şimşek.
berk-i zâil: yok olan şimşek, bir anda parlayan ve hemen yok olan şimşek.
berkarar: kararlı, yerleşmiş.
berkâsâ: şimşek gibi.
berr: toprak, yeryüzü, yer.
berrak: nurlu, pek parlak bulanık olmayan, duru, açık, saf.
berri: toprağa âit, kara ile ilgili.
bertaraf: bir tarafa atılan, bir tarafa atılmış, ortadan çıkmış, zâil olmuş.
berzah-ı esmâ: Esma-i İlâhiyenin mevcudat ve kâinat ötesindeki hâli. Allah'ın isimlerinin "Kab-ı Kavseyn" makâmından görünüşü.
berzah:ölenlerin, Kıyâmete kadar bulundukları âlem; kabir âlemi; ruhların ve ruhânilerin bulunduğu âlem.
bes: yeter, yeterli.
besâtet:basitlik, sâdelik, karmaşık olmama hâli.
besâtin-i dâime: dâimi bostanlar ve bahçeler.
besmele:"Bismillâhirrahmânirrahîm"in kısaltılmış ismi.
beşârât: beşâretler, müjdeler, hayırlı ve sevinçli haberler.
beşaret:müjde, sevindirici haber.
beşer: insanlar, insanoğlu.
beşeriyet: insanlık.
bevl: sidik, idrar.
beyân: açıklama; izah; anlatma.
beyân-ı. ifhâmiye: delille isbatlamanın açıklaması.
beyân-ı Kur'ân: Kur'ân'ın âçıklaması.
beyanat-ı âyât-ı Kur'aniye: Kur'ân âyetlerinin açıklamaları, beyanları, mesajları.
beyânât: açıklamalar, beyanlar.
beyanât-ı kevniye: yaratılışa âit âçıklamalar.
beyannâme: yazılı açıklama, bildiri.
beyder: harman yeri.
beyhude: boşuna, boş yere, faydasız.
beyn:ara, arası, arasında, aralık.
beynennas:insanlar arasında.
bîbehre: nasipsiz, mahrum.
bîçare:çaresiz, zavallı.
bîfasal:yekpâre, eklemsiz, pârçasız.
bîhemta: eşsiz, dengi olmayan, benzersiz.
bîhicap: çekinmeden, gizlemeden.
bîhuş:akılsız, bunak, sersem.
bîiştibah: şüphesiz.
bîkarar: kararsız.
bînâz: naz etmeden, nazlanmadan.
bînisyan: unutkanlığa düşmeden.
bîtaraf: tarafsız.
bîtarâfâne:tarafsız bir şekilde.
bihakkın: hakkıyla.
bilfarz-ı muhâl: olmaz ama, olur kabul edelim.
biaynelyakîn: görür gibi kesin bilir şekilde; ateşi yanına vararak gözle gördüğümüz gibi.
bid'a: aslında dinde olmayıp, ona sonradan dahil edilen âdetler.
bid'akârâne: dinde olmayanı, dine mal etmeye çalışmâk.
bidâyet: başlangıç, baş.
bidâyet-i hilkat:yaratılışın başlangıcı.
bidâyet-i icad: yaratılışın başlangıcı.
bidâyeten: başlangıçta, ilk olarak.
bigâne: ilgisiz, aldırışsız.
bigayr-i hisâb:hesapsız, sayısız.
bihakkalyakin: yaşar gibi kesin bilircesine, bir şeyi tam ve kesin olarak bilmek şeklinde; ateşin yakıcılığını,elimizi yaklaştırarak bildiğimiz gibi.
bihakkın: hakkiyle.
biilmelyakin: birşeyi ilimle ve bâzı işaretleriyle bilmek şeklinde; uzaktan dumanı görüp ateşin varlığını bildiğimiz gibi.
bilâhicab: hicapsız, sıkılmadan.
bilâkis: aksine, tersine.
bilânço: hülâsa, yekûn,. özet; rapor.
bilâpervâ: pervasız, korkusuz, çekinmeden.
bilasâle: bizzat, kendisi, eli ile, başkasını vâsıta etmeden, asâletiyle.
bilâşek: şeksiz, şüphesiz.
bilâşüphe: şüphesiz.
bilâtereddüd: tereddütsüz, kararlı, şüphesiz.
bilbedâhe: açıklıkla, açıktan, meydanda olarak, besbelli, ap açık bir şekilde.
bilcümle: umûmiyetle, tamamen.
bilfiil: fiilen bizzat kendi çalışması ile yaparak
bilhads-i sâdık: doğru bir hads ile, uzun uzadıya araştırmaya gerek kalmadan hemen meydana gelen doğru bir ilimle.
bilihtiyâr: istekle, arzuyla. Kendi isteğiyle.
bilimtisâl: uyarak, bağlanarak, imtisal ederek.
bilistihkak: hakkıyla, hak ederek, kazanarak.
bilittifak: ittifakla, beraberce, birlikte.
bilkuvve: daha fiiliyâta geçmemiş, kâbiliyet ve potansiyel halinde; fiil mertebesine varmadan, niyet olarak.
bilmecburiye: mecbur kalarak; mecburen, zorunlu olarak.
bilmüşâhede: bizzat şâhit olarak, görerek görür şekilde, görme derecesinde.
bilvücub: olması gereken, vacip olan.
bilyakin: bir şeyi şeksiz ye Şüphesiz olarak kuvvetli ve doğru bir inançla. bilmek, anlamak.
bilyakini'l-kati: kati, şeksiz, şüphesiz bir yakîn ve itikadla.
binâ-yı İslâmiyet: İslâmiyetin binası, yapısı.
binâ: yüklem. Yüklenecek olan.
binâen: bağlı olarak ...dayanarak, -den dolayı, bu sebepten.
birâder: kardeş.
birâder-i kalb-i hüşyar: kalbi uyanık kardeş.
birâderi püremel: çok gayretli arkadaş, çalışkan kardeş
biraderzâde: kardeş oğlu.
Bismillâh: Allah'ın adıyla.
bitamâmihâ: bütünüyle.
bittariki'l-evlâ: ilk gidişte, evvelinde, önceden; başlarken, yola çıkarken.
bittecrübe:tecrübe ile.
bizzarûre: kesinlikle, zaruri olarak, mecburî olarak.
borc-u fıtrat: yaratılış borcu.
bostân: ağacı, yeşili, çiçeği bol olan yer, kavun, karpuz.
bostân-ı bekâ: ebedîlik bahçesi.
bostân-ı Cinân: Cennet bahçeleri.
bostân-i hilkat: yaratılış bostanı.
bu'd-u mutlak: büyük uzaklık, sonsuz uzaklık.
bu'diyet: uzaklık.
Budaî: Buda dîninden olan, Budist.
buhl: cimrilik, pintilik.
buhran: bunalım.
Burak: binek, Cennete mahsus bir binek vasıtası; Cennete mahsus bir binek, Peygamber Efendimizin (a.s. m.), Mîrac'a çıkarken bindiği nûrânî binek.
burak-ı tevfîk: ışık hızıyla giden bir Cennet bineği olan burak gibi maksada hemen ulaştıran Allah'ın yardımı.
burak-ı tevfîk-ı İlahiye: Allah'ın yardımıyla giden sür'atli binek.
burç: muayyen bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi; dünyaya göre güneşin döndüğü yerin. on ikide bir kadarı.
burûdet: soğukluk.
butlûn: haksızlık; bâtıllık.
bülbül-misâl: bülbül gibi.
bülbül-ü zü'l-Kur'ân: Kur'ân sahibi bülbül.
büleğâ: beliğler, belâğatlı kimseler.
büleğâ-yı Arab: Arapların beliğleri, Arap edebiyatçılar.
bülend: yüksek.
bürhan: birşeyi ispatlamak için kullanılan delil, ispat vâsıtası.
bürhân-ı bâhir: ap açık delil.
bürhân-ı Ehadiyyet: Ehadiyyet delili.
bürhân-ı Hak: Hakk'ın bürhanı, Allah'ın varlığının delili.
bürhân-ı hakikat: hakîkat delili.
bürhân-ı innî: hadiselerden kanunlara, eserden müessire olan delil. Dumanın ateşe delil olması gibi.
bürhân-ı kâb: kesin, en sağlam, en şüphesiz delil.
bûrhân-ı kati-i mantıki: kesin mantıki deliller.
bûrhân-ı kati: ispatlayarak, kesinleşmiş deliller.
bürhân-ı külli: çok büyük ve geniş delil.
bürhân-ı limmî:. kanunlardan hadiselere, sebeplerden neticelere, müessirden esere gitme usul ve delilleri.
bürhân-ı maddi: maddî ve görülebilen delil.
bürhân-ı mantıki: mantıkî delil.
bürhân-ı münevver: nurlu ve parlak deliller.
bürhân-ı nâtık: konuşan delil.
bürhân-ı neyyir: parlak ve nurlu bürhân, delil.
bürhân-ı nur: nurlu deliller.
bürhân-ı Rububiyet: Allah'ın terbiye edicilik delili.
bürhân-ı Tevhid: Allah'ın birliğini gösteren delil.
bürhân-ı Vahdâniyet: birlik delili.
bürhân-ı Vahdet: Allah'ın birliğine âit deliller.
bürhân-ı Vâhidiyet: Allah'ın birlik delili.
bürûc: burçlar.
bürûc-u sâmiye:gökyüzünün burçları.
bürûdet:soğukluk.
büzr:tohumlar, çekirdekler.
C:
Cadde-i kübrâ: büyük cadde; en selâmetli yol; Kur'ân'ın gösterdiği yol.
cadde-i nurâni: nurlu ve aydınlık yol. Mîrac yolu.
cadde-i nurâniye: nurâni İslâmiyet yolu; Kur'ân Caddesi.
cadde-i umumiye-i akliye: bütün akılların yürüdükleri cadde; her aklın kolayca anlayabileceği bir mesele.
câhil-i echel: en câhilden daha câhil.
câhilâne: bilgisizce.
câiz: olur, mümkün mânâsında.
câmi: pek çok mânâları ve hakîkatleri içinde toplayan, birçok şeyle alâkalı olan,toplayan ve ihtivâ eden.
câmia:topluluk, birlik.
câmid: ruhsuz, sert, katı madde; cansız, durgun, donmuş.
câmidât: câmid varlıklar, cansızlar; ruhsuz, sert, katı maddeler.
câmidât-ı meyyite-i sâmite: suskun, ölü ve cansız varlıklar.
câmiiyet:çok şeylerle alâkalılık; birçok mânâyı ve hakîkati ihtivâ etmek, toplayıcı olmak.
camiiyet-i pürşân: mükemmel ve çok şanlı bir ihtira. Her şey içine alan bir muhteva.
câmiiyet-i fıtrat: Yaratılışın toplayıcı oluşu; birçok kabiliyet ve özellikleri içine alan yaratılış.
câmiiyet-i hârika: hârika câmiiyet câmiiyet-i hârikulâde görülmedik derecede çok özellikleri ve mânâları toplayıcı ve her şeyle ilgili oluş.
câmiiyet-i istidat: kâbiliyetin çok şeylerle alâkalı oluşu ve çok özelliği taşıması.
câmiiyet-i lâfz: bir sözün çok geniş ve umumi mânâları içine alması.
câmiiyet-i mâhiyet: mâhiyetin pek çok şeyi ihtivâ etmesi, pek çok şeyle alâkalı olması.
câmiü'l•kelîm: vecize, kısa olmasına rağmen çok mânâları içine alan söz.
câmus: Manda.
cânib:yan, yön, cihet, taraf.
cânn:cinler.
câri: geçerli; cereyan eden, yürürlükte olan.
câsus: hafiye, ajan, gizli. sırları öğrenip bildiren.
cây-ı dikkat: dikkat edilecek nokta; dikkat edilecek yer veya şey.
cây-ı istimâl: kullanma yeri, faydalanma alana, ciheti.
câzibe: çekim kuvveti, çekicilik, güzellik.
câzibe kânunu: çekim kânunu.
câzibe-i rahmet-i Rahman: her şeyi rahmet ve lütfûyla birbirine bağlayan, cezbeden kanun-u İlâhî.
câzibe-i rahmet: tedbir ve irâde sahibi olan Allah'ın kurduğu bağlar ve koyduğu câzibe kânunu
câzibe-i umumi: genel çekim.
câzibedar: çekici, câzibeli.
câzibedarâne: çekici bir şekilde.
cebânet: korkaklık.
Cebbâr: istediğini mutlak yapan; dilediğine muktedir olan; büyüklük, azamet ve kudret sahibi Allah zâlim, gaddar, müstebid insanlara denir.
cebbâr-ı hodfüruş: devamlı kendini beğendirmeye çalışan, zâlim ve gaddar insan
cebbârâne: cebbarcasına, cebbar olana yakışacak şekilde.
cebel: dağ.
Cebel-i Kamer: Kamer Dağı.
Cebel-i Tûr: Tûr Dağı.
cebel-i azz: aziz ve mübârek dağ.
cebel-i selâmet: selâmet ve kurtuluş dağı.
Cebelü'l-Kamer: Güney Afrika'da Kamer Dağı; Nil'in çıkış yeri.
ceberût: azâmetin daha dâimisi ve bâtınîsi, büyüklük, hâkimlik, kudret, celâdet, aşırı büyüklük.
cebr: zorlama.
Cebrail: Cenâb-ı Hakkın emirlerini peygamberlerine bildiren büyük melek, vahiy meleği.
cebren: zorla, zoraki. Mecburî.
Cebri: cüz'-i irâdeyi inkâr eden bir fırka-i dâlle. (Mutezilenin zıddı)
cefâ ender: cefa içinde.
cehâlet: bilgisizlik, câhillik.
Cehennemî: Cehennem gibi, Cehenneme âit ve ilgili.
Cehennemnümûn: Cehennem gibi çok azap verici.
cehil (cehl): cehalet, bilgisizlik.
cehl-i azim: koyu cehâlet.
cehl-i mutlak: aşırı derecede bilgisizlik, sonsuz cehâlet.
cehl-i mürekkeb: bilmediğini de bilmeyecek kadar bir cahillik.
celâl-i kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluşun şerefi ve yüceliği.
Celâl: sonsuz büyüklük, haşmet, ululuk, yücelik ve haşmet sahibi olan Allah.
Celâleddin-i Süyûti: Mısırlı hadis imamı ve müçtehid bir zattır. Vefâtı Hicri 864'tür.
celb: kendi tarafına çekmek, götürmek; kazanmak.
celb-i ervah: ruhları çekmek, ruh çağırmak.
celb-i ervâh-ı tayyibe: temiz ve pak ruhların çağırılması.
celb-i rızık: rızık elde etmek.
celb-i suret: resimleri celbetmek, bir şeyin sûretini çekmek.
celevât: cilveler, tecelliler.
celevât-ı cemâliye: çağlayan, coşkun İlahî güzellik.
Celil: celâl sahibi, azîm, mertebesi yüksek olan Allah.
Celi1-i Cemil: sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi Allah.
Celil-i Lâyezâl: hiç yok olmayan ve sonsuz celâl sahibi olan Allah.
Celil-i Pürkemâl: sonsuz kemal ve büyüklük sahibi Allah.
Celil-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, büyüklük ve haşmet sahibi olan Allah.
cellad: îdâma mahkum olanları idam etmekle vazifeli adam.
Celle Celâlühü: Allah'ın şânı yücedir.
cem': toplama.
cem'-i ezdad: zıtların birleşmesi. İki zıddın bir arada bulunması.
cem'-i mal: mal toplamak, mal biriktirmek.
cem'-i zıddeyn: iki zıddın bir arada olması-bir şeyin aynı anda hem beyaz, hem siyah olması gibi.
cem'iyetli: çok mânâları ve özellikleri içine alan, pek çok şeyle alâkalı bulunan.
cemaat: topluluk.
cemaat-i azime: büyük ve kalabalık cemaat.
cemaat-i İslâmiye: İslâm topluluğu.
cemaat-i kesîre: büyük ve kalabalık cemaat.
cemaat-i kübrâ: en büyük cemaat.
cemaat-i beşeriye: insan topluluğu.
cemaat-i insaniye: insan topluluğu.
cemaat-i uzmâ: en büyük topluluk.
cemâdât: cansız maddeler.
Cemâl: yüz, güzellik; Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsânı ile tecellisi; hak ile söylenen güzel söz; hüsün.
cemâlî: Allah'ın, güzellik, ikram, ihsan, ince sanat gibi mânâları ihtivâ eden sıfatlarına verilen isim.
Cemâl-i Bâkî: sonsuz güzellik, sonsuz hayat ve güzellik sahibi Allah.
Cemâl-i Bimisâl: benzeri bulunmayan, eşsiz güzellik sahibi Allah.
Cemât-i Rubûbiyet: Allah'ın bütün mahlükâtı terbiye ediciliğinin güzelliği.
cemâl-i esmâ: isimlerin güzelliği.
cemâl-i Lâyezâli: sonsuz güzellik sahibi olan Allah.
cemâl-i mânevi: mânevî güzellik.
cemâl-i mukaddes: pâk, temiz ve eksiksiz güzellik.
cemâl-i mutlak: sonsuz ve kusursuz güzellik.
cemâl-i rahmet: rahmetin güzelliği. İlâhi rahmetteki güzellik.
cemâl-i sanat: sanatın güzelliği.
cemâl-i sermedi:ebedi güzellik.
cemâl-i sûret: görünüş güzelliği, suret güzelliği.
cemal-i şefkat: şefkatteki lezzetin güzelliği.
cemâl-i vahdet: birliğin güzelliği; Allah'ın bir oluşunun güzelliği.
cemâl-i zâtî: Allah'ın zâtının güzelliği.
cemâlperest: güzelliği seven, güzellik düşkünü.
cemi: cümle, hep, bütün. (gramerde) çokluk bildiren kelime, çoğul.
Cemil: çok güzel olan Allah.
cemile: çok güzel.
Cemîl-i Bâki: varlığı sonsuz ve sonsuz güzellik sâhibi Allah.
Cemil-i Bimisal: benzersiz güzellik sahibi Allah.
Cemil-i lemyezel: hiç yok olmayan ve ebedî güzellik sahibi olan Allah.
Cemil-i Mutlak: her şeyiyle güzel olan Allah.
Cemil-i Zülcelâl: büyüklük ve sonsuz güzellik sahibi Allah.
Cemil-i Zülkemâl: kemâl ve güzellik sâhibi Allah.
cemiyât-ı hayriye: hayır cemiyetleri.
cemiyet:topluluk, birlik, heyet.
cemiyet-i beşeriye: insan cemiyeti.
cemiyet-i uzmâ: büyük cem'iyet.
cemiyet-i ahbab: dostlar topluluğu, dost meclisi.
cemiyet-i azime: büyük cemiyet.
cemiyet-i beşeriye: insan cemiyeti.
Cenâb-ı Erhamü'r-Râhimin: inâyet ve rahmet, yardım ve lütuf sahibi olan Allah.
Cenâb-ı Hak: Allah.
Cenâb Kerim-i Mutlak: sonsuz ikram ve ihsan sahibi olan Allah.
Cenâb-ı Vacibü'l-Vücud: vücudu vâcip olan yüce Allah.
cenah: kanat, taraf, kısım.
ceneh-ı himaye: koruma kanadı.
cenân: Cennetler, Cennet gibi.
cengâver: yiğit olan, kahraman.
Cennet-i Bakiye:sonsuz, ebedî Cennet hayatı.
Cennet-i Kur'âniye: Kur'ân'da Cennete dair âyetler ve mevzular.
cennet-i kâzibe-i dünyeviye: yalancı dünya cenneti.
Cennet•misâl: Cennet gibi.
Cennetü'l Firdevs: Cennetin bir mertebesi.
Cennetü'l•Me'vâ: Cennetin tabakalarından biri.
cereyân-ı azim: büyük akım; büyük fikir ve düşünce.
cereyân-ı sûrî:görünüşteki hareket
cereyan: akım, hareket; bir fikir etrâfında toplanıp faaliyette bulunma.
cerh:yara, birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek; yalancı ve fâsık olduğundan dolayı mahkeme hâkimin, şâhidin şahitliğini reddetmesi.
cesâmet: büyüklük, irilik.
cesed-i misâli: misâli ve lâtif bir cesed, varlığı maddî olmayan fakat cinsinin cesedine benzeyen beden.
cesed-i mübârek: mübârek ve kıymetdar vücûd, ceset.
cesed-i necmî: parlayan bir yıldız gibi akıp giden; cesed-i nurâni.
cesim: çok büyük, iri, cüsseli.
cevab-ı kasem: yeminin cevabı;yeminden sonra söylenen ve doğruluğu hakkında yemin edilen şey; meselâ, "Vallahi bugün yağmur yağdı" cümlesindeki "Vallahi" kelimesi yemin, "Bugün yağmur yağdı" cümlesi ise yeminin cevabıdır.
cevab-ı katî: kesin cevap.
cevâben:cevap olarak.
cevâd: çok çok ihsan eden, çok cömert.
Cevâd-ı Kerim: çok cömert, ihsanı ve ikramı bol olan Allah.
Cevâd-ı Mutlak: sonsuz cömertlik ve iyilik sahibi Allah.
cevâd-ı melik: çok cömert padişah.
cevâdâne: cömertçe, cömert bir şekilde.
cevâhir-i âliye: yüksek cevherler.
cevâhir-i ferd: atomlar, zerreler, madde parçası.
cevâhir-i hidâyet: hidâyet cevherleri.
cevâhir: cevherler, kıymetli taşlar.
cevânib: canibler, yanlar, taraflar.
cevârih: el, ayak gibi vücut organları.
cevelân: yerinde durmayıp gezme, dolaşma, kaynaşma.
cevelângâh: hareket ve talim yeri. Dolaşma, kaynama yeri.
cevf: orta, boşluk, oyuk.
cevher: asıl, temel, kök, kıymetli taş.
cevheri: kıymeti kaynağında olan; cevher gibi.
cevher-i beyânî: beyâna dâir cevher.
cevher-i Tevhid: Tevhidin hakikat cevheri.
cevher-i ziyâlı: parlayan, ışıldayan cevher.
Cevşenü'l-Kebir: Peygamberimize gelen büyük ve mühim bir duâ.
cevv: yer ile gök arası, feza, gök boşluğu.
cevvâl: dâimâ hareket halinde olan.
cevv-i fezâ: uzay boşluğu.
cevv-i hava: hava tabakası, atmosfer.
cevv-i semâ: semâ boşluğu, atmosfer.
ceza': hüzünle, ümitsizlikle ağlayıp sızlanmak.
cezâ: karşılık, mukâbil.
cezâ-i amel: yapılan işin karşılığı.
cezâlet: rekâketsiz ifâde; güzellik, müdebbirlik, akıllılık; edebiyatta; kelimeler ince ve sert söylenişlerine göre, elfâz-ı cezile ve elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır; elfâz-ı cezile söylenişinde tatlılığı bulunan veyâ heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıldırma ifâde etmeye yarayan kelimelerdir; celâdet, haşmet, çekâçek, dırahşan gibi.
cezâlet-i beyan: açıklama ve anlatmaların. güzelliği.
cezâlet-i hârika: hârika cezâlet. (bak| cezâlet)
cezâlet-i nazmiye: Kur'ân'daki kelime ve harflerin hârika bir âhenk ve münâsebet ile nazım ve tertibindeki cezâlet.
cezâlet-i nizam: tertip ve düzenin cezâleti.
cezb-i Rahmâni: Cenâb-ı Hak tarafından hayır ve rahmet için verdiği ve vehbi olarak duygulara yerleştirdiği mânâlar, bilgiler.
cezb: çekmek; iknâ etmek; sevdirmek.
cezbe: meczübiyet, istiğrak; Allah'ı zikredip, Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hâle gelme.
cezbedarâne: Allah sevgisi ile kendinden geçerek.
cezbekârâne: cezbeye gelerek, Allah sevgisinden kendinden geçer bir hâle gelerek.
cezir: yarımada.
cezir-i vâsia: geniş yarımada.
Ceziretü'l-Arap: Arap Yarımadası.
cife: leş gibi kokan. Leşlerle dolu olan dünya.
cibâl: dağlar.
cibilliyet: yaratılıştan olan, huy, tabiat, karakter.
cidâl: sözle mücâdele, ateşli konuşma; muhârebe; cenk; kavga, mücadele, çarpışma, çekişme.
cihad: ilim ve imanla, sözle, fiille, mal ve canla Allah yolunda savaşmak, din için çalışmak, düşmanla savaşmak
cihan: dünya, âlem, kâinat.
cihanşümul: bütün cihanı ve âlemi içine alan.
cihât-ı hidâyet: hidâyet yönleri.
cihât-ı münâsebât: münâsebet yönleri.
cihât-ı sitte: altı yön, altı taraf - ileri, geri, sağ, sol, alt, üst.
cihâz-ı mahsus: hususî âlet.
cihazât: cihazlar, maddî mânevî âletler, lüzumlu edevât.
cihazât-ı acibe: şaşırtıcı cihazlar, organlar.
cihazât-ı insâniye: insandaki maddî ve mânevi cihazlar, organlar.
cihazât-ı kesire: muhtelif duygu, latife ve sâir cihazat-ı insaniye.
cihazât-ı mâneviye: mânevi organlar; hisler ve duygular.
cihâzât-ı hayvaniye: hayvanların cihazları, hayvanların organları.
cihâzât-ı insâniye: insandaki maddî ve mânevî cihazlar, organlar.
cihâzât-ı mâneviye: akıl, kalb, ruh, duygu gibi mânevî cihazlar.
cihâzât-ı mühimme: önemli cihazlar.
cihet: yön, taraf • bakım, bakımdan, bakımından; vesile, sebep, bahane.
cihet-i imkân: imkân yönü.
cihet-i inşikâki: çözülme, ayrılma imkânı; bozulma ihtimali.
cihet-i muvâfakat: uygunluk yönü.
cihet-i rüçhâniyet: öncelik, üstünlük yönü.
cihet-i tefevvuk: üstünlük yönü.
cihet-i ulviyet: yücelik yönü.
cihetü'l-vahdet: birlik yönü.
cilve: görünme, akis, yansıma; Allah'ın isimlerinin varlıklar üzerinde aksederek görünmesi.
cilve-i aks:yansımanın görüntüsü.
cilve-i âzam: en büyük tecellî, en. büyük görüntü.
cilve-i cemâl-i esmâ: Allah'ın. isimlerindeki güzellik cilveleri.
cilve-i cemâl: güzellik görüntüsü.
cilve-i cemâli: İlâhî güzelliğin cilvesi, görüntüsü.
cilve-i cüz'i: güzelliğinin küçük bir görüntüsü.
cilve-i ef'âl: fiillerin tecellisi, görünmesi.
cilve-i Ehadiyet: Allah'ın her şeyde görünen birliğinin cilveleri, delilleri, güzellikleri.
cilve-i esmâ: Allah'ın isimlerinin tecelli etmesi, cilvesinin görünmesi.
cilve-i etemm: tam ve mükemmel tecelli.
cilve-i in'ikâs: yansımanı. n görüntüsü.
cilve-i irâde-i İlâhiye: İlâhî iradenin güzellikleri.
cilve-i irâde: irâde-i İlâhiden gelen güzellik.
cilve-i isim: ismin cilvesi.
cilve-i kudret: kudret tecellisi.
cilve-i nakş: nakıştaki inceliğin görüntüsü.
cilve-i rahmet: Cenâb-ı Hakkın merhamet, şefkat ve lütfünün görüntüsü.
cilve-i Samediyet: Allah'ın,. "Her şey kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiç bir şeye muhtaç olmaması" sıfatının cilvesi.
cilve-i şuunat: şuunların cilvesi
cilve-i Vahdâniyet: birlik tecellisi
cilve-i zâti: zâtın tecellisi, zâtın görüntüsü.
cin: bir cins ateşten yaratılmış olup dünyanın insandan sonra en mühim sâkinleridir.
cinâyet-i mutlaka: bütünüyle, her şeyiyle cinâyet.
cinâyet-i sâriye: başka şeylere de sirâyet eden, bulaşan cinayet.
cinâyet: birisini öldürmek, katl.
cinni:cinlere âit ve onlarla ilgili.
cins-i latif :güzel,. hoş, nurani ve şeffaf olan cinsler, duyular.
cirm: hacim, vücut, kütle, yıldız, gök cismi.
cismânî: bedene mensub, vücutla alâkalı; mânevî ve ruhani karşılığı.
cismâniyât: maddî şeyler, cisim hâlinde olan varlıklar; cisimle ilgili olan şeyler.
cismâniyet: cisim oluş, maddi olmak.
cismen: cisim ve madde itibâriyle.
cism-i arz: arzın; kürenin kütlesi.
cism-i hayvâni: hayvanın vücudu.
cism-i Muhammedî: ruh-u Muhammediye'nin. (a. s. m. ) hadsiz vazifesinin ve cihazâtının medârı ve mahzeni olan onun pak ve temiz cismi ve bedeni
cism-i mübârek: Hz. Muhammed'in (a. s. m. ) mübârek vücudu.
cism-i hayat: canlıların şekil ve cisimleri.
cûd: cömertlik bol verme.
cûd-u mutlak: sınırsız cömertlik.
cûdî-i İslâmiyet: İslâmiyet dağı. Her türlü felâketten İslâmiyet ile necât bulunacağını ifade eden bir teşbihtir.
cûd: cömertlik.
cumhur: halk topluluğu. Cemaat. Hey'et.
cumhur-u nâs: insan toplulukları.
cüdâ: ayrılık; ayrılmış.
cühud: bilerek inkâr etmek.
cümûd: donuk, katı, sert.
cümûd-u mutlak: mutlak cansızlık, sonsuz donukluk.
cümûdet: katılık, sertlik, cansızlık.
cümudiye: buz kütlesi. Buz dağı. Aysberg.
cümûdiyet: cansızlık, donukluk, katılık, sertlik.
cünd-ü Sübhâni: İlâhi, Sübhanî ordu.
cünûd: askerler.
Cünudullah: Allah'ın askerleri.
cünûn: delilik.
cürüm: suç, isyan, günah.
cüz': kısım,. parça, kitabın forması; küllün karşılığı, Kur'ân'ın otuzda bir parçası.
cüz'i: azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
cüz'-i ihtiyarî: dilediği gibi hareket edebilme, insana Cenâb-ı Hak tarafından verilen az bir arzu serbestliği.
cüz'-i layetecezzâ: maddenin bölünemeyen en küçük parçası eskiden molekül ve atom zannedilirdi.
cüz'i-yi hakiki: gerçek bir cüz'i, parçaya âit, azdan olan
cüz'î-yi müşahhas: müşahhas cüz'î, somut bir. parça
cüz'iyât: cüz'î olan şeyler, ufak tefek şeyler
cüz'iyet: cüz'i oluş, azlık, küçüklük, parça oluş, basitlik.
Ç:
çah: kuyu, çukur.
çare-i necât: kurtuluş çâresi.
çarh: çark. Devreden, dönen.
çarşı-yı âlem: âlem çarşısı,. kâinat.
çarşı-yı ticâret: ticâret çarşısı.
çekirdek-i aslî: asıl çekirdek
çendan: gerçi, her ne kadar; o kadar; pek o kadar.
çeşm-i dil erbab: basiret sâhibi. Kalp gözü ile görenler.
çeşme-i rahmet: rahmet çeşmesi.
çin-i cebin: alın buruşukluğu.
çiçekdar: çiçekli.
çile: eziyet sıkıntı; tasavvufta dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibâdetle geçirdikleri kırk gün.
çilehâne-i uzlet: çile Çekilen yer yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer.
çimengâh: çayır-çimenlik yer.
çuha: çok sık dokunan ve kalın olan pamuklu kumaş.
D:
daavât: duâlar.
dafia: defetme; itme kuvveti, def eden.
dağ-misâl: dağ gibi, dağa benzer.
dağdağa: sıkıntı,. gürültü, ızdırap
dağdağa-i hayat-ı cismâniye: maddî hayatın sıkıntısı.
dağdağa-i kalbi: kalp sıkıntısı.
dağdağa-i tagayyür: çalkantılarla meydana gelen değişmeler.
dâğdâr: pek acılı, üzüntülü. Gönlü acı
dağvâri: dağ gibi.
dâhî-i hikmet: ilim ve hikmet dâhisi, felsefe âlimi.
dâhi: eşine ender rastlanır hârikulade zekî, fetânet ve hikmet sahibi.
dahili: iç, içe âit.
dâhiye-i hilkat: yaratılıştan beri var olan.
dâhiye: hârikulade zekâ ve hâfıza sâhibi; âfet, belâ, musibet.
dâi: duâ eden, duâcı, sebep, illet; çağıran.
dâim: devam eden, devamlı.
dâimî: devamlı.
dâimü't-tecelli: dâima kendisini gösteren, aralıksız tecelli eden.
dâir: belli bir şey hakkında olan, ilgili.
daire-i adliye: adliye dâiresi, hukukçular.
daire-i âfâk: ufuklar dâiresi, çok büyük ve geniş dâire, kâinât.
daire-i âhiret: ahiret âlemi.
daire -i arz: dünya büyüklüğü; dünyanın çevresi.
daire-i askeriye: askerlik dâiresi, askerler.
daire-i âzam: en büyük derece ve dâire.
daire-i azamet: büyüklük dâiresi.
daire-i âzamiye: dâire ve makâmın en geniş ve büyük olanı.
daire-i azime: geniş ve büyük dâire.
daire-i esbab: sebepler dâiresi.
daire-i esmâ;: Allah'ın isimlerinin dâire ve makâmı.
daire-i fikir: fikir dâiresi.
daire-i hakikat-i irşad: irşad hakikati dâiresi.
daire-i haşr: haşrin bütün mertebe, derece ve nümûnelerini içine alan daire.
daire-i hayat: hayat dâiresi.
daire-i hikmet: hikmet dâiresi.
daire-i hususiyet: has ve hususî makam.
daire-i hükümet: hükümet dâiresi.
daire-i ihata: kuşatıp içine alma alanı.
daire-i iktidar: güç, kuvvet dairesi.
daire-i imkân: kâinât, imkân âlemi, varlıklar.
daire-i ismet: günahsızlık dâiresi.
daire-i izin:izin dâiresi.
daire-i kudret: kudret dâiresi.
daire-i kübrâ:en büyük dâire.
daire-i külliye: her şeyi kaplayan daire.
daire-i melekût: melekût dâiresi.
daire-i memleket: memleket dâiresi. Vatan sathı.
daire-i meşihât: diyanet işleri dâiresi,. dini işlerle vazifeli olanlar.
daire-i muhîta: her şeyi kuşatan dâire, gökyüzü.
daire-i muhit:geniş dâire.
daire-i mülk: mülk dâiresi.
daire-i mülkiye: devlet idâresiyle meşgul olanlar.
daire-i mümkinât: kâinât, imkân, âlemin varlığı ve yokluğu eşit olup var veya yok olmak için Allah'ın tercihine muhtaç olan yaratıklar dâiresi. (Allah'ın dışında Her şey dâire-i mümkinâttandır. )
daire-i nezâret: gözetip idâre etme sahası, bakış ve kontrol dairesi.
daire-i nübüvvet: peygamberlik dâiresi.
daire-i Rubûbiyet: Rablık dâiresi, terbiye edicilik dâiresi.
daire-i sıfat: sıfatlar dâiresi.
daire-i tasarruf: tasarruf ve hâkimiyet sahası.
daire-i tasarrufât: sevk ve idâre etme dairesi.
daire-i teklif: vazife dâiresi, kulların yapmakla vazifeli olduğu emir ve yasaklar dâiresi.
daire-i ubudiyet: kulluk dâiresi.
daire-i ufk-u cibâli: dağ ufkunün dairesi.
daire-i velâyet:evliyâlık, velîlik dairesi.
daire-f vücûb: hiçbir zaman değişmeyen ve mümkinâttan olmayan âlemler. Allah'ın isimleri ve sıfatları gibi.
dakik: ince ve derin.
dakika-i ömr: ömür dakikası.
dalâl: sapıklık; doğrudan, îman ve İslâmiyet yolundan sapmak.
dalâlet: îman ve İslâmiyetten ayrılmak, azmak, hak yoldan sapmak, sapıklık.
dalâletâlûd:dalâletli, hak yoldan uzak, sapıklık bulaşmış.
dalâletpîşe:dalâlet ve sapıklığı meslek edinmiş.
dâllin:hak yoldan ayrılıp dalâlete dalanlar, sapkınlar.
dâmen: etek.
dâmen-i izzet: izzetinin semti, kenarı.
dâmenkeş-i tesir-i hakiki: hakikî tesirden el-etek çekme.
damga-i Vahdet: Allah'ın birliğinin damgası.
dânâ-i bîmüdânî: eşsiz âlim. İlmi yüksek kişi.
dâr: yer, mekân, yurt, konak.
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu.
dâr-ı bâki: ebedî diyar olan âhiret.
dâr-ı bekâ: bâkî ve sonsuz dünya. Âhiret.
dâr-ı Cinân: Cennet yurtları, cennetler.
dâr-ı dünya: dünya âlemi, dünya memleketi.
dâr-ı ebedi: sonsuz diyar.
dâr-ı elem: elem ve sıkıntı yeri olan bu dünya.
dâr-ı fânî: gelip geçici dünya.
dâr-ı imtihan: imtihan yurdu, imtihan yeri.
dâr-ı lezzet: gerçek ve daimî lezzet yeri olan Cennet.
dâr-ı mücâzât: cezaevi.
dâr-ı mükâfat: mükâfat yurdu.
dâr-ı saadet: saadet yeri olan Cennet.
dâr-ı tecrübe: deneme diyarı, sınama yurdu.
dâr-ı teklif: Allah'ın teklif ve emirleri ile vazifeli olunan yer, dünya.
dâr-ı uhrâ: Âhiret yurdu.
dâr-ı ziyâfet: ziyâfet yurdu.
darağacı: îdama mahkum olanların asıldıkları sehpa.
darb: basma, vurma, çarpma.
dâreyn: her iki dünya. Dünya ile Âhiret.
dari': hurma dikeni; acı ve dikenli bir ağaç.
dârib: vuran, döven.
dârr: zararlı, zarârı olan.
dârü'l-hikmet: hikmet yeri, işlerin bir sebeb ve hikmete bağlı olarak görüldüğü yer olan dünya.
Dârü'l-Hikmeti'l•İslâmiye: Osmanlı devrinde şeyhülislâmlık makâmının bir ismi.
dârü'l-kudret: kudret yeri.
Dârü's-Selâm: her türlü tehlikeden uzak olan selâmet yurda Cennet.
dârülfünün: üniversite.
dâvâ: tâkip edilen fikir, iddia.
dâvâ-i hilâfet-i kübrâ: en büyük hâlifelik dâvâsı.
dâvâ-i mücerred: maniasız ve hâyâlı bir dâvâ.
dâvâ-i nübüvvet: peygamberlik dâvâsı.
dâvâ-i risâlet: peygamberlik davası.
dâvâ-i şirk: şirk dâvâsı. Allah'a ortâklık dâvâsı.
dâvet: çağırma, duâ,. çağrı.
dâvet-i Rahmaniye: Rahman olan Allah'ın dâveti.
dâvetnâme: dâvetiye; çağrı, dâvet belgesi.
Dâvudvâri: Dâvud (a. s. ) gibi.
dâye: çocuk hizmetçisi, çocuğa süt veren, dadı, mürebbî.
dâyelik: analık, dadılık.
deccal: Kıyâmet kopmadan önce gelen, İslam'ı kaldırmaya kalkan, dinlere savaş açan yalancı, aldatıcı, hilekâr kimse.
deccal-misâl: Deccal gibi. Hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterircesine.
def'aten: hemen, birden bire, âniden, beklenmedik anda.
def'î: apansız, âniden, birden bire.
defaat: defalarca.
defîne: kıymet ve değeri yüksek olan şey veya kimse, hazîne.
defîne-i ilim: ilim definesi.
defn: gömmek, gömülmek.
defter-i a'mâl: insanların amellerinin, iyilik ve kötülüklerinin meleklerce yazıldığı mânevî defter.
defter-i amel: amel defteri.
defter-i ekber: büyük defter. Bütün İlâhi kanunların içinde yer aldığı büyük defter mânâsında.
defter-i hasenât: insanların iyiliklerinin yazıldığı manevi defter.
defter-i iltifâtât-ı Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın iltifatlarını içine alan defter; Kur'ân.
defter-i kebir: büyük defter, kütük defteri.
defter-i kudret-i İlâhiye: Allah'ın kudret defteri.
dehâ-i a'ver: tek gözlü deha. Süfyan ve Deccalizm gibi.
dehâ-i fenni: fen ve. felsefenin dehası.
dehâlet: sığınma, eman dileme, medet, yardım isteyiş.
dehr: çok uzun zaman, bin yıllık zaman, devir.
dehri: zamana bağlı olarak devre âit, zamanla ilgili
dehriyyun: âlemin ezeli ve ebediliğini iddia edip âhireti inkâr eden dalâlet fırkası.
dehşet: ürkmek, şaşmak.
dejenere: bozulma, soysuzlaşma.
dekâik: incelikler.
dekâik-ı hikmet: hikmet incelikleri.
dekâik-ı nimet: nimet incelikleri.
dekâik-ı sanat: sanat incelikleri.
dekâik-ı şefkat: şefkât incelikleri..
delâil: deliller, işaretler.
delâil-i haşriye: haşri isbatlayan deliller.
delâil-i ispat: isbat delilleri.
delâil-i katiye: kesin deliller.
delâil-i nübüvvet-i Ahmediye: Peygamberimizin (a. s. m. ) peygamberliğinin delilleri.
delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri.
delâil-i Vahdâniyet: Cenâb-ı Hakkın umum eşyada, birden görünen birlik tecellisinin delilleri, nümuneleri.
delâil-i vücûb: varlığı zaruri olmanın delilleri.
delâil-i vücud: varlık delilleri.
delâlât: delâletler, delil olmalar.
delâlet:delil olma, yol gösterme doğru yolu bulmakta insanlara yardım etme; işaret etme, gösterme.
delâlet-i hâl: durum ve tavrın işareti, delil olması.
delil:bilinmeyeni keşfetmek veya bilinenin doğruluğunu göstermek için vasıta olarak kullanılan husus.
delil-i adâlet: adaletle iş görüldüğüne delil ve ispat.
delil-i katî: kesin delil.
delil-i sâdık: doğru delil.
delil-i sâtı: parlak delil.
dellâl: îlân edici; hakka dâvet eden.
dellâl-ı saltanat:saltanatın ilâncısı.
dem: an, vakit, saat; kan.
demâ: her zaman, daimâ.
deni: alçak.
deniyet-i hâzıra: şimdiki pis ve mimsiz medeniyet. Geriye götüren.
deniz•misâl: deniz gibi.
derâkab: hemen, derhal, çabuk.
derc: içine alma, katma, koyma, yerleştirme.
dercân: içine almak, hayatını ona vermek.
derd-i maişet: geçim derdi.
derecât:dereceler, basamaklar.
derecât-ı ârifin: âriflerin dereceleri.
derecât-ı tecelli:tecelli dereceleri, görünme mertebeleri.
derecât-ı tecelliyât: tecellîlerin dereceleri.
derece-i aşk: aşk derecesi.
derece-i âzam: en büyük derece.
derece-i belâgat: belağat derecesi.
derece-i fehim:. anlayış derecesi.
derece-i hakkalyakin: hakkalyakin derecesi.
derece-i haşmet: ihtişamın derecesi.
derece-i hayat: hayat sıralaması, hayatın dereceleri.
derece-i i'câz: mu'cizelik derecesi.
derce-i ihtiyaç: ihtiyaç nisbeti, derecesi.
derece-i inkıyad: boyun eğme derecesi.
derece-i kabahat: suçun derecesi.
derece-i kemâl: yücelik ve mükemmelliğin dereceleri.
derece-i kıymet: kıymet derecesi.
derece-i kudret: İlâhî kudretin sonsuz derecesi.
derece-i lütuf: iyilik ve lütuf dereceleri.
derece-i münâsebet: münâsebet derecesi.
derece-i sadâkat: bağlılık derecesi.
derece-i sanat: san'at-ı İlâhinin derecesi.
derece-i sıdk: doğruluğun zirvesi.
derece-i zekâvet:zeka kâbiliyeti.
derekât: aşağılık dereceleri, en aşağı mertebeler.
dereke: aşağı inen basamak; aşağı mertebe.
dergâh-ı İlâhi: Allah'ın şefkat, rahmet ve af dolu yüce kapısı, Allah katı.
dergâh-ı İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın dergâhı, kapısı.
dergâh-ı Kâdıü'l•Hâcât: bütün ihtiyaçları karşılayan İlâhi dergâh.
dergâh-ı rahmet: Allah'ın rahmet huzuru.
dergâh-ı Ulûhiyet: Allah'ın huzuru.
dergâh: Allah'a ibâdet edilen yer, büyük bir huzura girilecek kapı, padişahların kapısı.
derhatır: hatırda.
derk: iyice anlama, anlamak, idrak etmek.
derk-i kusur: kusuru anlamak.
derman: ilâç, tâkat, güç, kurtuluş sebebi.
ders-i hikmet: hikmet dersi.
ders-i ibret: ibret dersi.
ders-i Kur'âni: Kur'ân'ın dersi.
ders-i mârifet: bilgilenme, irfan dersi alma.
dertmend: dertli.
deruhte: yapma, yerine getirme, üzerine alma.
derûn: içteki; iç âlemin derinlikleri.
derûnî: iç taraflarına nüfuz etmek.
desâtir: düsturlar, kânunlar, prensipler
desâtir-i hareket: hareket düsturları.
desâtir-i Hikmet-i Sübhâniye: kusur ve eksikten münezzeh olan Allah'ın hikmet düsturları.
desâtir-i hikmet: hikmet düsturları, hikmet prensipleri.
desâtir-i içtimâiye: içtimai, sosyal prensipler.
desâtir-i İlm-i ilâhi: İlâhî ilmin düsturları, prensipleri, kâideleri.
desâtir-i mahsusa: hususi prensipler, özel bir muamele tarzında.
desâtir-i umumiye: genel prensipler, kâideler.
desise-i netsiye: nefsin desiseleri, aldatmaları.
desise-i şeyt3niye: şeytanın hilesi, aldatmacaları. '
desîse: gizli hile, oyun.
dessas: aldatıcı, desiseci.
Dest-i Kudret: Allah'ın kudret eli.
dest-i gaybî: görünmeyen el.
dest-i hikmet: her şeyi hikmetle yapan el.
dest-i ihtiyâr: irâde eli. Arzuya bağlı.
dest-i kerem: cömertlik ve iyilik eli.
dest-i mu'cize: mu'cize eli.
dest-i sanat: sanat eli.
dest-i teşvik: teşvik eli.
destan: kahramanlık hikâyeleri. Masallar.
destgâh: tezgâh; bir elden çıkma; bir elin yardımıyla olma.
destgâh-ı dünya: dünya tezgâhı.
destgâh-ı imtihan: imtihan tezgâhı.
devâ: ilâç, çare.
devâ-i illet: hastalığın devâsı.
devâir: daireler.
devâir-i askeriye: askerî daireler.
devâir-i külliye: geniş ve umumî daireler.
devâir-i masnûât: san'atla yapılmış dâireler küreler.
devâir-i Rubûbiyet: Cenâb-ı Hakkın tedbir, terbiye ve mâlikiyet dâireleri.
devâir-i ubudiyet: kulluk dâireleri.
devam-ı hayat: insan hayatının devam etmesi.
devam-ı tenâum: nimetin devam etmesi.
devam-ı vücud: varlığın devamı.
deveran: dönüş, dolaşma, devretme.
deverân-ı dem: kan dolaşımı.
deverân-ı dünya: dünyanın devreleri. Jeolojik devirler.
devir: bak. teselsül.
devr-i dâimi: devamlı dönen, başkalaşan, devreden.
Dıhye: Medineli bir sahabedir. Ashabın en yakışıklısıydı. Hz. Cebrâil Peygamberimize (a. s. m. ) bir kaç defa onun suretinde vahiy getirmiştir.
dıyk-i maişet: geçim darlığı.
Dîn-i Mübîn: hak ve hakîkati açıklayan din; İslâmiyet.
divân-ı nübüvvet: peygamberlik meclisi.
dikkat-i müvâzenet: ölçü ve dengenin inceliği.
dimağ: akıl, zihin, fikir, beyin.
dimdik: gaga.
Din-i Hak: hak din.
dirhem: şimdiki 3 grama denk olan eski bir ağırlık ölçüsü birimi.
diritnot: büyük harp gemisi.
divan-ı eş'âr: şiirlerin bulunduğu divan.
divan: eskiden yaşamış şâirlerin şiirlerinin. toplandığı kitap. Şiir yada manzume kitabı.
divâne: aklı başında olmayan, deli.
diyânet: dine ait olan.
diyâr-ı âher: diğer diyar, âhiret.
diyâr-ı saadet: saadet diyarı.
duâ-i fiili: fiilî duâ' istenilen bir şeyin meydana gelmesi için lâzım gelen şartlara ve sebeplere teşebbüs etme.
duâ-i mağfiret: Allah'ın bağışlaması için yapılan dua.
düçâr: yakalanmış, çatmış, düşmüş.
duhân: duman, tütün, Kur'ân'ın 44. süresinin ismi.
duhül: dahil edilme, bir yere koyma, girme.
dûnhimmetlik: gayretsizlik; elinden geleni yapmama.
durbîn: uzağı gösteren âlet, dürbün.
durûb-u emsâl: atasözü.
dükkân-ı Rabbânî: Allah'ın dükkânı.
dülger: marangoz, yapı ustası.
dünya-i fâni: geçici olan dünya.
dünyâperest: dünyaya tapacak derecede ehemmiyet verip âhiretini düşünmeyen, maddiyatı çok seven.
dünyevi: dünyaya âit,dünya ile ilgili.
dürr: inci. İnci tanesi.
dürr-i misâl: misâlin incisi. İnci misâli gibi.
düstur-u acib: hayret verici düstur.
düstur-u belagat:güzel, sâde ve yerinde anlatma kaidesi.
düsturu cidâl: çarpışma düsturu. Sürekli çarpışma.
düstur-u gâliye: yüksek değerdeki prensipler.
düstur-u hakîmâne: belli bir gâye ve maksada yönelik.
düstur-u hareket: hareket prensibi.
düstur-u hayat: hayat düsturu.
düsturu hayatiye: hayatla alâkalı prensip.
düstur-u hikmet: hikmetlî ve maksatlı düstur.
düstur-u itikadiye: inanç kâidesi, prensibi.
düstur-u İlâhi: İlâhi prensip.
düstur-u kerem:lütuf ve ikramın bolca sarf edilip geri alınmadığını gösteren ilâhî düsturlar.
düstur-u külli: büyük, geniş ve genel prensip, çok kimseyi ilgilendiren düstur.
düstur-u külliye-i meşhude: görünen ve bilinen genel prensip.
düstur-u müteârife: bilinen prensip.
düstur-u Nübüvvet: peygamberlik dâvâsının düstur ve esasları.
düstur-u rahmet: merhamet, şefkat, esirgeme, ihsan etme esâsı, kâidesi.
düstur-u teâvün: yardımlaşma prensibi.
düstur-u umumi: genel prensip.
düstur: kâide, prensip, ölçü, ayar, kânun, kural.
E:
eâzım-ı insâniye: insanlığın ileri gelen büyükleri.
eâzım-ı muhakkikin: büyük İslâm âlimleri.
ebced: Arapça eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının harf sayısı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime; bu tertip İbrâni ve Süryâni alfabesindeki harfleri içine alır; bu tertipte bütün harflerin 1'den 1000'e kadar rakam değeri vardır.
ebed:sonsuzluk.
ebedi: sonsuz; sonsuzla ilgili, bitmeyen.
ebediyet-i mevhume: mevhum sonsuzluk.
ebedü'l-âbâd: sonsuzlukların sonsuzluğu; âhiret, ebedi hayat.
eblâğ: güzel, beliğ, veciz ve açık olarak.
ebleh: ahmak, budala, aptal.
eblehâne: aptalcasına.
ebnâ: oğullar, çocuklar.
ebnâ-i cins: kendi sülâlesinden olanlar, aynı cinsten gelenler.
ebrâr: iyiler, özü sözü doğru olanlar.
Ebu Bekir-i Sıddık: (Milâdî 573-634) Asıl adı Abdullah, künyesi Ebu Bekir, lâkabı Sıddık ve atik'tir. 'Peygamberimizin (a. s. m. ) en yakın arkadaşı, ilk erkek Müslüman ve ilk halîfedir.
Ebu Cehil: "cehalet babası" demek olan bu ifâde, Peygamberimiz (a. s. m. ) zamanında, mucizeleri ve delilleri gördüğü halde iman etmeyen din düşmanı, puta tapan gururlu bir müşrikin lâkabıdır. Asıl adı "Ömer bin Hişam" olan bu müşrik Bedir Savaşında öldürüldü. Ebu Cehil-i Lâin: lânetlenen ve Allah'ın rahmetinden mahrum olan Ebu Cehil.
ebvâb-ı semâ: gök kapıları.
Ebu Hanife: Hicri 80-150 yılları arasında yaşamış, Hanefî mezhebinin imamıdır; fıkıh ilminin kurulmasında büyük hizmeti geçmiştir; kendisine İmam-ı Âzam da denir.
Ebu-l-Alâ-i Maarrî: (M| 97,3-1057) Arab ve Müslüman şâir. Ümitsizlik, kötümserlik ve ebedi kasideleriyle meşhur olmuştur.
ebyaz: beyazlık; aydınlık.
ecânib: ecnebiler, yabancılar, düşmanlar.
ecdad: cedler, atalar, dedeler.
ecel: her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti.
ecel-i fıtrî: belirlenmiş bir ecel.
ecel-i insan: insanın Allah tarafından tâyin edilen ölüm vakti.
ecel-i şahsi: kişinin ölüm vakti.
ecell: en büyük; yüce.
echel: en c4hil, çok câhil.
echel-i mutlak: bilgi emâresi olmayan. Bilgiden nasibi olmayan. Kara Cahil.
echeliyet: çok câhillik, çok câhil oluş.
ecirlik: ücretçilik. Gündelikçi. Bir maaş veya ücret karşılığında çalışmak.
ecmel: çok güzel, en. yakışıklı, daha güzel.
ecnâs-ı mahlukat: yaratılanların cinsleri.
ecnâs-ı muhtelife: çeşitli cinsler.
ecnâs-ı nebâtât: bitkilerin cinsleri.
ecnâs: cinsler; türler.
ecnebi: yabancı, Müslüman olmayan.
ecr: bir iş bir hizmet karşılığında verilen şey, mükâfat, ücret, karşılık, sevap.
ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri.
ecrâm-ı ulviye: büyük gök cisimleri. Yıldızlar.
ecrâm: cisimler, gök cisimleri, yıldızlar.
ecsâd-ı insâniye: insan cesedleri.
ecsâd: cesedler.
ecsâm: cisimler.
ecsâm-ı câmide-i seyyâre: gezegenler; gökteki seyyar cansız cisimler.
ecsâm-ı hayvâniye: hayvan cisimleri.
ecsâm-ı lâtife-i nurâniye: güzel, hoş, nurâni ve ruhâni olanlar. Melekler, kısımlara, bölümlere ayrılmış.
ecsâm-ı nâmiye: büyüyüp yetişen cisimler.
ecsâm-ı nurâni: nurâni cisim olan melekler.
ecsâm-ı seyyâre: seyyar cisimler.
eczâ: cüz'ler, bölümler, parçalar; bir ilâcın tesirli maddesi.
eczâ-i asliye: asli parçalar, bir varlığı meydana getiren temel unsurlar.
eczâ-i bedeni: vücudun temel taşları, parçaları, unsurları, hücreleri.
eczahâne-i kübrâ: en büyük eczahâne.
eczahâne-i hikmet: hikmet eczahânesi
edâ: yerine getirme, ödemek; namazı vaktinde kılmak.
edâ-i ferâiz: farzları yerine getirmek.
edeb-i muâşeret: beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulü.
edeb-i nezihâne: temizce edeb.
edebiyat-ı ecnebiye: yabancı edebiyat.
edip: edebiyatçı, yazar.
ednâ: en küçük; en âdi, en aşağı, en alçak.
ednâ-i semâviye: semâvî dinler.
edvâr: devirler, devreler..
edvâr-ı hamse: insanlığın sosyal yaşayışı itibariyle geçirmiş olduğu beş devir. Bunlar| vahşet, bedeviyet, kölelik, esirlik ve ücretçiliktir.
edvâr-ı ömr-ü âlem: kâinâtın. ömrünün devirleri.
edviye: devâlar, ilâçlar.
edyân-ı sâbıka-i semâviye: daha önceki semâvi dinler, İslâmdan önce geçen hak dinler.
edyân-ı semâviye: semâvi dinler.
ef'âl: fiiller, hareketler..
ef'âl-i azime: büyük fiiller.
ef'âl-i kerimâne: ikramı bol olan zâta uygun fiiller.
ef'âl-i Rabbâniye: Allah'ın fiilleri.
ef'âl-i acibe-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın insanı hayrete sevk eden işleri.
ef'âl-i hakîmâne: hikmetli işler, maksatlı hareketler.
ef'âl-i ihtiyâriye: isteyerek yapılan (ihtiyâri) f iller.
ef'âl-i İlâhiye: Allah'ın fiilleri.
ef'âl-i kerimâne: cömertçe fiiller
ef'âl-i acibe-i İlâhiye: Allah'ın hayret verici ve hârika fiilleri.
efâzıl-ı beniâdem: Âdemoğlunun en faziletlileri, en üstünleri.
efdal: en fâziletli, en üstün, en lâyık, en iyi.
efkâr: fikirler, düşünceler.
efkâr-ı âmme: kamuoyu.
efkâr-ı âmme-i âlem: dünya kamuoyu. Yaygın fikir ve anlayışlar.
efkâr-ı âmme-i İslâmiye: bilumum İslâmi ve Müslümanların fikrî destekleri.
efkâr-ı bâtıla: bâtıl fikirler, boş ve yanlış düşünceler.
eflâk: felekler, gökler, dünyalar, âlemler.
efrâd-ı insâniye: insanlar. Bir topluluğu meydana getiren fertler.
efrâd-ı mahsusa: seçilmiş fertler. Ayrı bir hususiyete mâlik olanlar. Peygamberler.
efrad:fertler, şahıslar, kişiler.
efşân: saçan.
eğlence-i mâsumâne: günahsız eğlence.
Ehad: bir olan, her bir şeyde birliği tecelli eden Allah.
ehâdis: hadisler, rivâyetler.
ehâdis-i şerife: hadis-i şerifler.
Ehadiyet: Allah'ın her bir şeyde birliğini göstermesi.
Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye: Allah'ın zâtının bir oluşu.
Ehadiyet-i Zâtiye: her şeyde Allah'ın birliğinin tecellîsi ve her şeyin dizgininin Cenâb-ı Hakkın elinde oluşu.
ehass: daha hususi, daha yakın, daha hâlis, ziyâde hâs.
ehemm: çok ehemmiyetli.
ehemmiyet-i san'aviye: sanatça önemli oluş.
ehemmiyetkârâne:pek çok önem verircesine.
ehil:lâyık, yabancı olmayan, alışık olduğumuz; dost.
ehl-i imân: hakkı kabul ve tasdik etmiş olanlar, dinin bütün hakîkatlerini kabul edenler, îman sahipleri.
Ehl-i Sünnet ve Cemaat: İslâm'ı ilk günkü sâfiyetiyle kabul ederek, dinden olmayan şeyleri karıştırmayıp, Hz. Peygamberin (a. s. m. ) sünnetinden ve yolundan ayrılmayanlar.
ehl-i akıl: akıl sâhibi kimseler.
ehl-i arz: dünyadakiler, dünyada bulunanlar.
ehl-i aşk: kalpleri Allah sevgisiyle dolu ve Ona âşık olup vakitlerini Allah'ı zikir ve tefekkürle geçiren insanlar; Allah sevgisinde çok ileri dereceye yükselenler.
ehl-i belâgat: belâğatlı kimseler, maksadını hâlin gerektirdiği şekilde düzgün, anlaşılır ve muhataba uygun olarak ifade edenler.
ehl-i Cehennem: Cehennemlikler.
ehl-i Cennet: Cennette kalacak olanlar.
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapanlar, dalalette olan, yolunu sapıtmış, îmarı ve İslâmdan,çıkmış olanlar.
ehl-i dikkat:dikkatliler, dikkat sahipleri.
ehl-i diyânet: dindarlar.
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler.
ehl-i ebed: ebedi âlemde yaşayacak olanlar.
ehl-i edyân: din sahipleri; bir dini kabul edenler.
ehl-i felsefe: felsefeciler; akılla eşyanın başlangıç, netice ve gâyesini araştıran ilim sahipleri.
ehl-i fen: fen ilimleri ile uğraşanlar.
ehl-i fikir: tefekkür sahipleri, düşünmeye ehemmiyet verenler, amel ve ibâdetten ziyâde ilim ve fikre ağırlık verenler.
ehl-i gaflet: gaflete dalânlar habersiz ve dikkatsiz olanlar, Âllah'a ve emirlerinde aldırış etmeyenler.
ehl-i hak: hak yolda olanlar.
ehl-i hakikat: hakikat ve doğruyu bulan kimseler
endişe-i helâket: mahvolma, yok olma endişesi.
ehl-i hidâyet: doğru yolda olanlar, Allah'ın ve Resulünun (a. s. m) gösterdiği şekilde yaşayanlar.
ehl-i hikmet: hikmet ehli, her şeyin fayda ve gâyesine dikkat edenler; felsefeciler.
ehl-i huzur: huzur sâhibi.
ehl-i îman: hakkı kabul ve tasdik etmiş olanlar, dînin bütün hakikatlerini kabul edenler, iman sahipleri.
ehl-i itizal: Mu'tezile mezhebinden olan.
ehl-i içtihad: müçtehidler, ihtiyaç olduğu zaman âyet ve hadis başta olmak üzere diğer delillerden hûküm çıkaran büyük İslâm âlimleri ve önderleri. İmam-ı Azam, İmâm-ı Şâfi gibi.
ehl-i ihtisas: herhangi bir sahada veya ilimde derinleşenler.
ehl-i ilhâd: mülhidler, dinsizler.
ehl-f ilim: ilim sahipleri.
ehl-i imân: hakkı kabul ve tasdik etmiş olânlar, dinin bütün hakîkatlerini kabul edenler, iman sahipleri.
ehl-i insaf: insaflı olanlar.
ehl-i ispat: ispat edenler.
ehl-i isyan: isyan edenler.
ehl-i kalb ve ehl-i muhabbet: gönül ve sevgi ehli.
ehl-i kemâl: kemâl sâhipleri, olgun kimseler.
ehl-i keşf: gözle görülmeyen gaybî hakikatleri Allah'ın lütfuyla keşfedip' bilen evliyâlar.
ehl-i keşfe'l•kubur: kabirdekilerin hallerini görebilen evliyâlar.
ehl-i keşfe'l-kubur: kâbir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün ahvâlini keşfedip doğru olarak haber veren evliyâ.
ehl-i keşif ve ilham: perdeli olan ve zâhir hislerle bilinmeyen hakikatları; Allah'ın lütuf ve ihsanıyla bilen veliler
ehl-i -keşif ve velâyet: perdeli olan. ve maddi duygularla bilinemeyen hakikatleri Allah'ın lütuf ve ihsânıyla bilen evliyâlar.
ehl-i kitap: Allah'ın gönderdiği kitaplara inanan; Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi olan.
ehl-i kubur: kabirde bulunanlar, kabir ehli, ölüler.
ehl-i Kur'ân: Kur'ân'a inanıp, ona uyanlar.
ehl-i küfür ve tuğyan: kâfirler ve Allah'a isyanda çok azgınlık ve taşkınlık gösterenler.
ehl-i küfür: kâfirler.
ehl-i mârifet: bilgi ve irfan sâhibi kimseler.
ehl-i medeniyet: medenî insanlar, medeniyetçiler.
ehl-i mesâlik: meslek sahipleri.
ehl-i müşâhede: melekler, kabir ve âhiret âlemi gibi îman esaslarını bizzat gözleriyle gören evliyalar.
ehl-i nakil: evvelki, eski bilgileri aktaran; nakledenler.
ehl-i nâmus: namus sâhibi.
ehl-i nefy: inkâr edenler.
ehl-i nübüvvet: peygamberler. ehl-i rasat gözetleyenler.
ehl-i rivâyet-i sabıka: dosdoğru ve hiç yalan katmadan haberi nakledenler.
ehl-i saltanat: saltanat sâhipleri; devlet başkanları ve devlet idârecileri.
ehl-i sefâhet: sefihler, nefsî zevk ve lezzeti için çok para harcayan, çok masraf yapanlar.
ehl-i semâvât: gök ehli, göktekiler, semâvât ehli.
ehl-i Sünnet ve Cemaat: İslâm'ı ilk günkü sâfiyetiyle kabul ederek, dinden olmayan şeyleri karıştırmayıp, Hz. Peygamberin (a. s. m. ) sünnetinden ve yolundan ayrılmayanlar
ehl-i şirk: Allah'a ortak koşanlar.
ehl-i şuur: şuurlular çok şuurlu, bilgili ve uyanık kimseler.
ehl-i şükr: Allah'ın nimetlerine karşı şükredenler
ehl-i tabiat: kâinattaki hâdiselerin fâilinin tabiat olduğunu kabul edenler, yaratıcı olarak Allah'ı kabul etmeyenler.
ehl-i tahkik: hakikatları delilleriyle bilen âlimler; tahkik ehli.
ehl-i tahkikat: hakikatleri delilleriyle bilen âlimler.
ehl-i takvâ: dinin emir ve yasaklârına uygun hareket etmekte büyük gayret gösterenler.
ehl-i tarikat: tarikatçılar, kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan, Allah'ın fikri ve ibâdetle meşgul olanlar.
ehl-i tefekkür: tefekkür edenler, düşünenler; Allah'ın isim ve sıfatlârını, bunların kâinat üzerindeki tecellilerini düşünenler.
ehl-i tefsir: müfessirler, Kurân'ı tefsir edenler, Kur'ân'ın kelime ve cümlelerini, mânâ ve hakikatlarını îzah ve isbat edenler.
ehl-i temâşa:temâşa ehli, seyredenler, ibretle bakanlar.
ehl-i teslis: Allah'ı baba, oğul ve mukaddes ruh diye üçlü unsur olarak kabul eden Hıristiyanlar.
ehl-i tetkik: hak ve hakikati inceleyenler, müdakkik kimseler.
ehl-i tuğyan: Allah'a isyan eden, azgın ve sapkın kişiler.
ehl-i usûlü'd-din: kelâm âlimleri, mütekellimler, Allah'ın zât ve sıfatlarından peygamberlik âhiret ve inançla ilgili diğer meselelerden İslami esaslar dairesinde bahseden âlimler.
ehl-i usülü'l-fıkh: usül-ü fıkıh âlimleri, dini bir hükmün; fıkhi delillerden nasıl çıkarıldığını bilen âlimler.
ehl-i Vahdetü'l-Vücud: Vahdet-i Vücud anlayışını kabul edenler her yerde ve her şeyde yalnızca. Allah'ı kabul ederek, diğer varlıkları bir nevi gölge gibi kabul edenler.
ehl-i vahdetü'ş-şuhud: "Allah'tan başka bir şey görmüyorum" diyenler.
ehl-i velâyet: evliyâlar, velîlik makâmında olanlar.
ehl-i zenb: günahkârlar.
ehl-i zevk: Allah'a. yakınlıkla ve uyanık kalble îman ve Kur'ân hakikatlarından zevk alanlar.
ehl-i zındıka:dinsizler, îmansızlar.
ehl-i zikir: Allah'ı zikredenler, çok ananlar.
ehlen ve sehlen: hoş geldiniz, buyursunlar mânâsında.
ehram:Mısır'da fir'avunların piramit şeklindeki mezarları.
ehvâl: korkular, fenalıklar, sıkıntılar.
ehvâl-i muhavvifâne: dehşetli korkular.
ehven: daha aşağı, daha ucuz; bayağı; âdi, zararı az olan, en zararsız. en kolay, daha kolay.
ejder: büyük canavar, büyük yılan.
ejderha: ejder, büyük canavar, büyük yılan
ekall: az, en az.
ekâlliyet-i müsrife: müsrif azınlık.
ekall-i zâlim: zâlim azınlık. Bir avuç zâlim.
ekalliyet: azınlık.
ekber:en büyük.
ekl: yemek (fiil. ) yiyecek.
ekmel: en kusursuz, en mükemmel, en olgun, tam.
ekser: pek çok, birçok, daha çok..
ekseri: genellikle, çoğunlukla.
ekserin-i avâm: halkın çoğunluğu.
ekseriyâ: pek çok zaman, çoğunlukla.
ekseriyet: çoğunluk.
ekseriyet-i mutlaka: tam ve kesin çoğunluk, çok büyük ekseriyet
ekvâni: kevne âit, varlığa ve oluşa âit.
el'an:şimdi, hâl.
el-Bakara: Kur'ân'ın en uzun süresi.
el-hakku ya'lu: hak, hakîkat yücedir.
el-hükmü lilgâlib: hüküm çoğunluğa göredir.
el-iyâzu billâh: "Allah'a sığınırız, Allah korusun, Allah saklasın" mânâsında duâ.
elcevap: cevap, cevaben.
elem-i mânevi: mânevi acı.
elem-i zevâl: sona erme elemi ve acısı.
elem: ağrı, acı, keder, dert, gam, kaygı, üzüntü, sıkıntı, acı.
elemkârâne: elemlice, acılı bir şekilde.
elfaz: ağızdan çıkan sözler, kelimeler.
elfâz-ı Kur'aniye: Kur'ân'ın lâfızları.
elfâz-ı tahmidiye: tahmid lâfızları, Allah'a hamdetmek için kullanılan kelimeler.
elhak: hakkın ta kendisi, tam doğrusu, tam gerçekten.
Elhamdülillâh:. ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah'a mahsustur.
elhâsıl: kısacası, netice olarak, özetle.
elhikmetü lillâh: hikmet Allah'ındır.
elim: acı veren, çok acıklı, üzüntü veren
elif: Arab alfabesinin ilk harfi. Bir çizgi. Ülfet eden.
elmas: en saf karbon olan ve cam gibi şeffaf, parlak maden.
elsine-i mahsusa: özel diller, her varlığın kendine has dili.
eltaf: lütuflar. İyi muameleler. Daha letafetli, hoş ve güzel.
eltâf-ı İlâhiye: İlâhî lütuf ve ihsanlar.
elvâh-ı kaderiye: kader levhaları.
elvâh-ı mahfuza: her şeyin her şeyiyle yazılıp, çizildiği, korunduğu levhalar.
elvâh-ı misalice: misâli levhalar.
elvân: renkler.
elvân-ı ibâdet: ibâdet renkleri, (çeşit çeşit ibâdetler).
elvân-ı seb'a: yedi. renk.
elyak: daha lâyık, en lâyık olan.
ehem: çok lüzumlu, en çok lâzım olan.
emâm: bir şeyin ön tarafı.
emân: korkusuzluk, af ve yardım dileme, eminlik.
emânet: eminlik, istikâmet üzere bulunmak, birisine koruması için verilen şey, birisine koruması için bir şey vermek.
emânet-i kübrâ: en büyük emânet; dağın taşın ağırlığından çekinip ancak insanın omuzladığı, İlâhi emirler, sorumluluk.
emârât: işaretler, belirtiler, ipuçları.
emârât-ı haşr: haşirin emareleri, yeniden dirilişin belirtileri, örnekleri.
emâre: delil, işaret, iz, belirti, ipucu, alâmet.
emel: ümit, şiddetli istek, gâye.
emin: kalbinde korku ve endişesi olmayan, korkusuz, güvenilir; güvenen, inanan
emîr: idâreci.
emirber: emir alan, emre göre hareket eden, iş gören.
emn: eminlik, korkusuzluk, emniyet.
emn ü emân: emniyet ve korkusuzluk.
emn ü emânet: emniyet ve eminlik.
emniyet: güven.
emniyet-i tâmme: tam ve eksiksiz emniyet, tam güven ve korkusuzluk.
emr: iş, faaliyet • emir, kânun.
emr-i bîemâni: amansız bir emir.
emr-i ezeli: Cenâb-ı Hak'kın ezeli iradesine dayanan "Kün fe yekûn" emr-i ezelisi.
emr-i gaybî: gaybî emir, görmediğimiz ve bilmediğimiz emir.
emr-i Hak: Allah'ın emri. Allah'ın izni.
emr-i itibâri: aslında yok olduğu halde öyle düşünülen iş, hakikatte olmadığı halde var olduğu kabul edilen emir, iş.
emr-i itibâriye: aslında olmadığı halde var zannedilen emir, iş.
emr-i İlâhi: Allah'ın emri.
emr-i küfri: küfre âit veya ilgili olan iş, inkârla ilgili husus.
emr-i mânevi: mânevi emir, İlâhi kânun.
emr-i müheyyic: heyecan veren iş, insanı telâşa sevkeden husus.
emr-i nâfiz: tesirli emir, geçerli emir.
emr-i nisbî: vücud-u haricisi bulunmayan, ancak kıyas ile olabilen emir, iş veya hadise.
emr-i Rabbâni: Allah'ın emri.
emr-i sâbit: sâbitleşmiş, kesinleşmiş, yerleşmiş ilâhî kânunlar; emirler.
emr-i tekvinî: yaratılışa âit İlâhî kânun ve nizam; kâinata yaratılıştan konulan emir ve kânunlar.
emr-i zekât: zekât emri.
emr: Cenâb-ı Hak'kın şuunatından ve emir dâiresinden olan.
emrî kânunlar: Cenâb-ı Hakkın emir dâiresinden gelip işleyen kanunlar.
emsâl: misâller, denk, benzer; atasözleri.
emvâc-ı zeval: zeval dalgaları.
emvât: ölüler, meyyitler.
enâm: halk; mahlûkât; çevre.
enâniyet-i insâniye: insanın sadece kendine güvenmesi, benlik.
enâniyet-i neviye: taraftarlarının enâniyet ve gururu.
enâniyet: benlik, gurur.
enbiyâ-i sâlife: geçmiş peygamberler.
enbiyâ: peygamberler.
endişe-i helâket: mahvolma, yok. olma endişesi.
ene: ben, benlik.
enfâs: nefesler, soluklar.
enfüsî: dar dâirede, nefis ve beden dâiresinde olanlar, kişinin iç dünyasıyla ilgili.
enhâr: nehirler, ırmaklar.
enin: acı ve sızıdan inleyiş.
enindar: inleyerek.
enîs: dost, arkadaş; alışılmış, kendisiyle ünsiyet. edilmiş olan.
enkaz-ı maddiye: toprağa sinmiş moloz ve yığınlar.
enmûzec: örnek.
ensâl-i âtiye: gelecek nesiller.
enseb: en uygun, çok münâsip,. tam yerinde.
envâ:çeşitler, türler, cinsler, nevîler.
envâ-ı acâip: acaib çeşitlilik. Harikalıklar.
envâ-ı âlem: kâinattaki çeşitler, türler; âlemdeki çeşit çeşit varlıklar.
envâ-ı cemâl: güzelliği, çeşitleri ve dereceleri.
envâ-ı cünûd:çeşitli askerler.
envâ-ı ehl-i şirk: şirk ve küfre gidenlerin çeşitleri.
envâ-ı hâcât:türlü türlü ihtiyaçlar.
envâ-ı harekât: hareketin çeşitliliği.
envâ-ı hayat: hayat çeşitleri, yaşayış seviyeleri.
envâ-ı hayvanât: hayvanların cinsleri, çeşitleri.
envâ-ı hüsün:güzellik çeşitleri.
envâ-ı i'câz:mu'cizeliğinin, üstün vasıf ve güzelliğin çeşitleri.
envâ-ı i'câz-ı Kur'ân: Kur'ân'ın muhtelif yönlerden mu'cizeliği.
envâ-ı ibâdât: ibâdetlerin çeşitleri.
enva-ı ihsanât: çeşit çeşit lütuf; ikram ve ihsanlar, nimetler.
envâ-ı kâinât: kâinattaki çeşitli varlıklar.
envâ-ı kemâlât: çeşit çeşit mükemmellikler.
envâ-ı lezâiz: lezzet çeşitleri.
envâ-ı mahlukat: mahlukat çeşitleri, cinsleri.
envâ-ı masnûât: sânatla yaratılmış çeşit çeşit yaratıklar.
envâ-ı matûmât: yiyecek ve taam çeşitleri.
envâ-ı mehâsin:çeşit çeşit güzellikler.
envâ-ı mevcudat: çeşit çeşit varlıklar.
envâ-ı mu'cizât: mu'cizelerin çeşitleri.
envâ-ı nakış: nakış, süsleme çeşitleri.
envâ-ı ribâ:faizin çeşitleri. Her çeşit faiz.
envâ-ı sağire: küçük çeşitler.
envâ-ı şirk:şirk ve dalâletin çeşitleri.
envâ-ı tecelliyât: görünüşlerin çeşitleri. Çeşit çeşit hikmetli ve ibretli görüntüler.
envâ-ı Tevhid: tevhidin nevileri, çeşit ve mertebeleri.
envâ-ı zevi'l-hayat: canlı türleri, çeşit çeşit canlılar.
envâ-ı zînet: süs çeşitleri.
envâ-ı zinet ve mehâsin: çeşit çeşit süsler ve güzellikler.
envâr:nurlar. •
envâr-ı esrâr:sırların nurları.
envâr-ı hakaik: gerçeklerin nurları.
envâr-ı hidâyet: hidâyet nurları.
envâr-ı hüsün: iyilik ve güzellik nurları.
envâr-ı iman: iman nurları.
envâr-ı imâniye: îmânın nurları.
envâr-ı İslâmiye: İslâm'ın nurlu esasları.
envâr-ı kudsiye-i esmâ: isimlerin kudsî nurları.
envâr-ı kudsiye-i esmâiye: Allah'ın kudsi isimlerinin nurları.
envâr-ı Kur'aniye: Kur'ân nurları.
envâr-ı mârifet: mârifet nurları.
envâr-i Rahimiyet: Rahimiyet nurları.
envâr-ı sitte: altı nurlar.
envâr-ı vücud: eşyanın, vücudun nurlanması.
envâr-ı vücûdiye: varlık nurları.
enzâr: bakışlar, nazarlar.
enzâr-ı dikkat: dikkat bakışları.
enzâr-ı halk: halkın bakışları.
enzâr-ı mahlûkât: yaratıkların bakışları.
erbab: sahipler.
erbâbû'l-envâ: her bir nev'in, cinsin, türün başka bir yaratıcısı olduğunu kabul. eden şirk yolu; müşrik felsefe.
Erhamü'r-Râhimin: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.
erkân: rükünler, esaslar.
erkân-ı azime: büyük ırmaklar.
erkân-ı hamse: beş rükün, İslâmın beş şartı.
erkân-ı hamse-i İslâm: İslâm'ın beş şartı.
erkân-ı imâniye: imânın şartları.
erkân-ı İslâmiye: İslâmın temel şartları, rükünleri.
erkân-ı sitte: altı rükün, îmanın altı şartı.
erkân-ı sitte-i iman: imânın altı rüknü, esası.
erkân-ı sitte-i îmâniye: îmânın altı şartı.
ervah: ruhlar.
ervâh-ı âfilîn: fâni ruhlar. Kaybolan ruhlar. Ölümlü ruhlar.
ervâh-ı âliye: yüce ruhlar. Yüksek ve temiz ruhlar.
ervâh-ı bâkîye: bâki ruhlar.
ervâh-ı emvât: ölülerin ruhları.
ervâh-ı enbiyâ: peygamberlerin ruhları.
ervâh-ı habîse: kötü ruhlar.
ervâh-i neyyire: mânen büyük ve nurlu ruhlar.
ervâh-ı sâfile: aşağı ruhlar. Kötü ve kirlenmiş ruhlar.
ervâh-ı sâfiye: temiz ve pak ruhlar, iyi kimselerin veya meleklerin ruhları.
ervâh-ı tayyibe: temiz ve iyi ruhlar.
erzak: rızıklar, azıklar yiyecek, içecek maddeler.
erzâk-ı hayvâniye: hayvana âit rızıklar.
erzâk-ı maddiye: maddi rızıklar.
es'lie: suâller.
esâlib: üsluplar.
esâlib-i Kur'âniye: Kur'ân'ın üslupları.
esâret: esirlik.
esâret-i hayvâni: hayvan gibi yaşamak; başıboş ve nefsine esir olarak.
esâs-ı akâid: îman esâsı.
esâs-ı bâhire: ap açık esas. Büyük ve kuvvetli esaslar.
esâs-ı i'câz: i'câz esası, mucizelik prensibi.
esâs-ı ubudiyet: kulluğun esası.
esâsât: esaslar, temeller, asıllar.
esâsât-ı fâside: yanlışa ve fesada götüren esaslar.
esâsât-ı îmâniye: iman esasları.
esâsât-ı İslâmiye: İslâm esasları.
esâsât-ı katiye: kesin esaslar, temel unsurlar.
esâsât-ı Kur'âniye: Kur'ân'ın esasları.
esâsât-ı sabıka: sadık ve doğru esaslar.
esâsât-ı sanat: san'atın esasları.
esbab: sebepler, sebep olanlar
esbâb-ı emn: emniyet sebepleri.
esbâb-ı ifsad: bozucu ve bozguncu sebepler.
esbâb-ı maddiye: maddi sebepler.
esbâb-ı mânia: mâni olan sebepler.
esbâb-ı mucibe: gerektirici sebepler.
esbâb-ı nüzul: Kur'ân'ın âyetlerinin inmesine sebep olan hâdiseler.
esbâb-ı tabii: tabii ve zahiri sebepler.
esbâb-ı tabiiye: tabiattaki sebepler.
esbâb-ı tabiiye: tabiî sebepler.
esbâb-ı zâhiri: görünüşteki sebepler.
esbâb-ı zâhiriye: dış sebepler, görünüşteki sebepler.
esbab-ı zâhiriye-i süfliye: aşağı ve görünüşteki sebepler.
esbabperest: Allah'ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren, her şeyi bir sebebe bağlayarak Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu inkâr eden veya Ona kıymet vermek istemeyen.
esef: üzüntü.
eser-i dest: el eseri.
eseri itkân-ı sanat: sağlam ve pürüzsüz sanat eseri.
eser-i mükemmel: mükemmel ve kusursuz eser.
eseri nurâni: parlak eser.
eser-i rahmet: rahmet eseri.
eser-i Samedânî: Her şey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiç. bir şeye muhtaç olmayan Allah'ın eseri.
eseri sanat: sanat eseri.
eser-i sun': san'at eseri.
eseri tasannu: yapmacıklık eseri.
esfel-i sâfilin: aşağıların en aşağısı Cehennemin en aşağı tabakası.
eshel: çok kolay, daha kolay.
esir: bütün kâinatta bulunan ve her tarafı kaplamış olan lâtif madde, elektrik, ışık ve sıcaklığın yayılmasına vasıtalık eden madde.
eslâf: öncekiler, geçmişler.
eslem: daha selâmetli ve sağlam.
eslihâ: silâhlar.
esmâ: adlar, nâmlar, isimler.
Esmâ-i Hüsnâ: Allah'ın güzel isimler.
esma-i Fâtır: Yaradan'ın yarattığı şeydeki asıl ve hakim ismi. (Yağmuru, Rahman ismiyle yaratması gibi.)
esma-i İlâhiye: Allah'ın isimleri.
esma-i kudsi: Cenâb-ı Hakkın pak ve yüce isimleri.
esmâ-i kudsiye: Allah'ın mukaddes isimleri.
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah'ın mukaddes isimleri
esmâ-i kudsiye-i nurâniye: Cenâb-ı Allah'ın nurânî ve mukaddes isimleri.
esmâ-i Rabbâniye: her şeyi terbiye eden Allah'ın isimleri.
esmâi:(Allah'ın) isimleriyle ilgili.
esmâr: meyveler. Yemişler.
esnâf: Sınıflar, cinsler.
esnâf-ı mahlukat:yaratıkların sınıfları.
esnâf -ı masnuat: sanatın çeşitleri.
esnam:sanemler, Tapınak. Putçuluk.
esrâr:gizli sırlar gizli hikmetler ve mânâlar ve hakikatler.
esrarı Cehennem ve Cinan: Cennet ve Cehennemin sırları.
esrar-ı Rabbâniye: Rabbâni sırlar.
esrar-ı rahmet: rahmet sırları.
esrarengiz: sırlarla dolu; sırlı olan.
esselâmü aleyke ya eyyühe-l üstad: Allah'ın selamı senin üzerine olsun ey üstad!
Eş'ar: Ehl-i Sünnet itikâdına, âyet ve hislerle tercümanlık edip yaptığı şerh ve izâhlarla büyük hizmet eden bir hak mezhep.
eşcar: ağaçlar.
eşedd-i ihtiyaç: ihtiyacın en şiddetlisi.
eşedd-i istibdat: istibdadın, baskı ve keyfi idârenin en şiddetlisi.
eşedd-i Zulüm: zulmün en şiddetlisi.
eşeff: daha parlak ve şeffaf.
eşhâs: şahıslar.
eşhâs-ı âhirzaman: ahirzaman şahısları.
eşhas-ı harika: harika şahıslar.
eşkal: şekiller, sûretler.
eşkal-i muntazama: düzenli şekiller.
eşmel: daha şâmil, daha çok kaplamış, çok şeyleri içine alan.
eşne': en kötü.
eşraf: ilerî gelenler, şerefliler.
eşrâr: şerliler, kötülük edenler.
eşrâr-ı arzîn: dünyanın en kötüleri, dünyadaki şerliler.
eşyâ:şeyler.
eşya-i dünyeviye: dünyaya ait olan her şey, bütün eşya.
eşya-i şeffâfe: saydam eşya.
etime: taamlar, yiyecekler
etba: tâbi olanlar, uyanlar, birisinin idaresinde olanlar, bağlı olanlar, halk, yönetilenler.
etkiya-i ümmet: ümmetin takvalıları. Takvada çok ileri gidenler.
etraf-ı âlem: alemin, dünyanın her tarafı.
etvar: tavırlar, davranışlar; yaşayış biçimi, tarzı.
etvâr-ı gaflet: gaflet tavırları.
evkemâ kâl: söylediği gibi, söylendiği gibi, Hadîs-i Şerif lâfzı ile aynen nâkletmekte bir hatâ olma ihtimali üzerine, mesuliyetten kurtulmak için bu kelam söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metinde yanlışım varsa, Peygamber (asm) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu. kast ediyorum" demektir.
evâmir: emirler, kânunlar.
evâmir-i hâkimâne: Allah'ın her yere hükmedici emirleri.
evâmir-i İlâhi: Allah'ın emirleri.
evâmir-i İlâhiye: Allah'ın emirleri.
evâmir-i Kur'âniye: Kur'ân'ın emirleri.
evâmir-i mutlaka: kesin emirler.
evâmir-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten münezzeh olan Allah'ın emirleri.
evâmir-i teklifiye: Allah'ın emir ve yasaklarıyla ilgili emirleri.
evâmir-i tekvin (evâmir-i tekviniye): oluşa ve yaratılışa âit İlâhi kânun ve nizamlar yanlış olarak "tabiat kânunları" denen fıtri kânunlar; tekvîne dâir işler,. hâdiseler.
evâmir-i tekvîniye-i İlâhiye: Allah'ın tekvinî emirleri; yaratılışa âit ilâhî kânun ve nizamlar; fıtrî kânunlar ve âdetullahın içine aldığı emirler| suyun donması, tohumun filizlenmesi, ateşin yakması gibi.
evâmir-i tekviniye: Allah'ın kâinata koyduğu varlıklarla ilgili emirler, kânunlar.
evâmir-i umumiye-i külliye: Cenâb-ı Allah'ın her yere ve her şeye nüfuz eden birbirine bağlı ve birbirini gerektiren büyük emirleri.
evc-i kemâlât: mükemmelliğin, kemalâtın zirvesi.
evla: daha uygun. Muvafık.
evham: olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular.
evhâm ü şübehât: vehimler ve şüpheler.
evhâm-ı fâside: dar fikir ve yanlış düşünce.
evhâm-ı seyyie: yersiz korku, kötü düşünce, zararlı fikir.
evham-sâz: evham ve kuruntu veren.
evkât: vakitler.
evkât-ı mahsusa: hususi vakitler.
evkât-ı nüzul: iniş vakitleri, yağmurun yağma zamanları.
evlâ: daha iyi, çok daha iyi, birincisi.
evlâd-ı şükür: erkek çocuk.
evliyâ: velîler, dâimâ Allah'ın rızâsına kavuşmaya çalışan, günahlardan çok kaçınan ibâdet ve taat üzere hayatını geçiren ve mânen Allah'a yâklaşan büyük zatlar.
evliyâ-i abdâliye: bir anda bir kaç yerde görünebilen evliyalar.
evliyâ-i ârifin: Allah'ı hakkıyla bilen evliyâlar.
evliyâ-i ümmet: ümmet-i Muhammed'den (a. s. m. ) velilik derecesine çıkanlar.
evrad: Kur'ân'ı Kerîmden veya başka şeylerden sık. sık ve devamlı okunan duâlar, kısımlar, virdler.
evride: toplardamarlar.
evsaf: vasıflar, özellikler, sıfatlar.
evsâf-ı âliye:. yüce ve ulvi vasıflar.
evsaf-ı celal ve cemal: celâl ve cemal vasıfları, "kızma, azap verme, kahretme" gibi sıfatlarla büyük ölçüde tecelli eden vasıflar celâlî; sevme, şefkat etme nimetlendirme" gibi sıfatlarla küçük ölçüde tecelli eden vasıflar cemalîdir.
evsâf-ı celâliye: Cenâb-ı Hakkın büyüklük vasıfları, Celâl ismine âit vasıfları.
evsâf-ı cemâl: İlâhî güzelliğin vasıfları, hususiyetleri.
evsâf-ı cemâliye: Cenâb-ı Hakkın güzellik vasıfları.
evsâf-ı hakîkiye: gerçek vasıfları.
evsâf-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın sıfatları.
evsâf-ı kemâl: kemal vasıfları, olgunluk ve mükemmellik sıfatları.
evsâf-ı kemâliye: kemal vasıfları.
evsâf-ı Muhammediye: Muhammed'in (a. s. m. ) vasıfları.
evsâf-ı nisbiye: kıyaslamayla olan vasıflar, diğerlerine, öncekine göre diye anlatılan vasıflar.
evsaf-ı Rubûbiyet: her şeyi idare ve terbiye eden Cenâb-ı Allah'ın. kendine has vasıfları.
evvel-i bahar: ilkbahar.
evvel-i fıtrat: yaratılışın başlangıcı. İlk yaratma. Yaratırken.
evvel-i hilkat: ilk yaratılış safhası.
evvela: ilk önce.
evvelen: ilk olarak.
eyne's-serâ mine's-süreyyâ: bir şeyin imkânsızlığını bildiren bir tâbirdir" yer nerede, Süreyyâ nerede?" Süreyyâ ile yer bir olur mu?" mânâsındadır ve bir birine zıt ve uzak şeyler için söylenir.
eyvân: köşk. Büyük sofa. Divanhâne, Saray.
eyyâm-ı Kur'âniye: Kur'ân'ın günleri, bildiğimiz günlerden farklı ve müddeti çok daha uzun olan Kur'ân'daki âyetlerde zikredilen gün kavramı
eyyâm-ı sâire: diğer günler.
ezan-ı haşir: İsrafil'in sûra üflemesi, âhirette dirilirken okunacak ezan.
ezcümle: böylece, bundan dolayı, bunun gibi, bu cümleden, meselâ.
ezdad: zıtlar.
ezel: evveli olmamak, varlığının başlangıcı olmamak. Ezel; mâzi ve istikbâli birden içine alır, tutar.
ezeli: başlangıcı. olmayan.
ezeliyet: başlangıçsızlık
ezhan: zihinler.
ezhâr: çiçekler. Zühreler.
ezkür: zikirler, Allah'ı anmalar.
ezmen: zamanlar.
ezvâc: hanımlar, eşler.
ezvâk: zevkler.
ezvâk-ı ârifin: ârif kişilerin meşru zevkleri.
ezvâk-ı mahsusa: husûsi zevkler.
F:
faaliyet-i mu'ciznümâ: mu'cize gösteren faaliyet.
faaliyet-i Rabbaniye: her şeyi terbiye eden Allah'ın faaliyeti, icraatı.
fahişehane: fâhişelerin bulunduğu yer, umumhâne.
fahl:ileri gelen, üstün, erkek.
fahm: kömür; karbon.
fahr: övünme, büyüklük taslama.
Fahr-i Âlem: âlemin kendisiyle iftihar ettiği zât olan Peygamber Efendimiz (a. s. m. )
fahr-i Kainat: kâinâtın kendisiyle övündüğü zât olan Peygamberimiz (a. s. m. )
Fahr-i Risâlet: peygamberlik müessesesinin medâr-ı iftihârı olan Peygamberimiz (a. s. m. ).
Fahr-i Rüsul: Resülullah olan Hz. Muhammed (a•s. m. ).
fâide:fayda.
faik: yüksek, üstün.
fâil: bir işi yapan.
fâil-i muhtar: kendi istek ve irâdesiyle iş gören, kendi arzusuyla faaliyette bulunan.
fail-i mükemmel: her fiili ve işi mükemmel olan Allah.
Fâil-i Zülcelâl: sonsuz celâl ve fiil sahibi Allah.
fâkat:yoksulluk, fakirlik.
fakdü'l•ahbab: ahbabın bulunmayışı, ahbapsızlık, dostsuzluk.
fakir-i mutlak: sonsuz ihtiyaç içinde olan.
fakirâne: fakir ve muhtaç bir şekilde.
fakr: fakirlik, ihtiyaç içinde bulunma; kulun hiç bir şeyi olmadığı ve her bakımdan Allah a muhtaç olduğunu bilmesi.
fakr-ı insâni: insanın fakirliği ve ihtiyaç içinde oluşu.
fakrpişe:fakirliğe alışmış, fakirlik içinde, muhtaçlık içinde.
fâni: ölümlü, muvakkat, kaybolan, gelip geçici, devamlı olmayan, yok olup giden.
fâniyât: fâniler.
fantâziye: yalandan gösteriş zahîf süs, ihtiyaç olmayıp zevk için kullanılan pahalı eşya.
farazâ: meselâ, say ki, tut ki, diyelim ki.
farazi: var farz edilerek.
farize-i hilkat:yapılması yerine getirilmesi yaratılış icabı olan.
farize-i kebir: insanın ömür boyu yapması gereken farzlar. Allah'ın kesin olarak emrettiği işler.
Fârisi: Farsça; İranlıların dili.
fan: saymak, tutmak, öyle kabul etmek.
fan-ı kißye-i cihad: Müslümanların tamamı olmayıp, ama bir kısmının muhakkak yapması gereken ve bu şekilde farz olan cihad.
fan-ı muhâl: olması imkânsız olup, var gibi kabul edilen; olmayacak şeyi olmuş gibi düşünmek.
fâsık: günahkar, büyük günahları işleyen.
fâsık-ı hâsir: dünyada ve âhirette büyük zararlar eden günahkâr kimse.
fâsık-ı mahrum: günah işlemeye hazır olduğu halde, buna fırsat bulamayan.
fasıl: ayıran, kısımlara bölen.
fâsıla: ara.
fasih: fesahât sahibi, hatasız olarak söyleyen, açık ve güzel konuşan.
fâsid: bozguncu, doğru olmayan, bozuk, mufsid, yanlış olan.
fasl: iki şey arasındaki ek yeri; mafsal; hak ile bâtılın arasını ayıran hüküm| (buna faysal da denir) halletmek, ayrılma; çözme; bölüm; mevsim.
fasl-ı bahar: ilk bahar; bahar mevsimi.
Fâtır: benzeri bulunmayan şeyi yaratan, hârika üstün san atıyla yaratan Allah.
Fâtır-ı Bimisâl: benzersiz şeyleri yaratan. Harika üstün ve misilsiz sanatlarla yaratan Allah.
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah.
Fâtır-ı Hakim-i Zülcemâl: güzellik sahibi; her şeyi faydalı, hikmetli ve yoktan yaratan Allah.
Fâtır-ı Kerîm: bol lütuf ve keremiyle yaratan Allah.
Fâhr-ı Kerim-i Zülcemâl: Yarattığı her şeye bir güzellik ikram eden Allah.
Fâtır-ı Rahîm: sonsuz merhamet sahibi ve her şeyi benzersiz surette yaratan Allah.
Fâtır-ı Rahmân: çok merhametli ve benzersiz yaratan Allah.
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve benzeri olmayan şeyleri yaratan Allah.
Fâtır-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve her şeyi benzersiz yaratan Allah.
Fâtiha-i Şerîfe: Kur'ân'ın şânı şerefi büyük ilk süresi.
Fâtiha-i Şerife: Kur'ân'ın ilk süresinin ismi.
fâtiha: bir şeyin başlangıcı.
faysal: karar, hüküm, fasıl, hal. (bak. fasl)
fazilet: değer, meziyet, üstünlük; îman, irfan, iyilik itibâriyle olan yüksek derece.
fazilet-i a'mâl: amellerdeki makbuliyet, üstünlük, fazilet.
fazilet-i cüz'iye: kısmi üstünlük, az ve küçük faziletler, meziyetler.
fazilet-i külliye: büyük fâziletler, meziyetler.
fazilet-i uhreviye: uhrevi üstünlük, makam ve makbuliyet.
fazl: lütuf, bağış, ihsan, karşılıksız iyilik; bereket, bolluk.
Fazl-ı İlâhî: Allah'ın lütfu, ihsânı.
Fazl-ı Rahmân: sonsuz merhamet sahibi Allah'ın fazl ve ihsanı.
fecr (fecir): tan erinin ağarması güneşin doğduğu yerde sabahâ yakın meydana gelen aydınlık; sabah
fecr-i haşir: haşir sabahı.
fedakâr: fedâ eden, kıymet ve ehemmiyet verilen bir şey uğrunda her şeyi gözden çıkaran.
fedâkârâne: fedâkâr bir şekilde.
fehm: anlamak; anlayış, zihnen kavrayış.
fehm-i kasır: noksan anlayış, kısa anlayış, kusurlu anlayış.
felâh: selâmet, saâdet, kurtuluş; hayır ve nîmetlerde refah; fevz ve zafer, necat ve bekâ.
felâhat: çiftçilik.
felâket-i mâzi: mâzideki felâketler. Geçmiş musibetler.
felâsife: felsefeciler, filozoflar.
felâsife-i abesiyyun: kâinâtın ve hâdiselerin başıboş ve faydasız ve gâyesiz, kendi kendine, yaratıcısız olduğuna inanan bâtıl yoldaki felsefeciler.
felek: gök, gök katı, dünya, âlem.
Felillâhilhamd: hamd, Allah'a mahsustur.
felsefe: madde ve hayatı başlangıç ve gâye bakımında inceleyen ilim. Felsefe dîne dayandığında, hakikati bulmuş, sırt çevirdiğinde de çelişkiler içerisinde kalmıştır.
felsefe-i Avrupa: Avrupa felsefesi.
felsefe-i beşer: insan felsefesi.
felsefe-i maddiye: her şeyi maddede arayan ve kabul eden anlayış.
felsefe-i sakime: yanlış yoldaki felsefe, sakat felsefe.
felsefe-i tabiiye: her şeyi tabiata dayandıran felsefe.
fenâ: yokluk, yok olma.
fenâ-i dünya: dünyanın fâni, geçici olan gayr-ı meşrû yönü.
fenâ-i mutlak: kayıtsız şartsız yok olma; mutlak yokluk.
fenâ-i nefs: nefsini fenâ ve fedâ etmek; nefsini eritmek, ona galip gelmek.
fenâender: fena içinde.
fenn-i askerî: askerlik sanatı.
fenn-i belâgat: belagat ilmi. Bir şeyi en güzel ve açık bir şekilde anlatma.
fenn-i beyân: belagat ilminin, yâni edebiyatın hakikat, teşbih, istiâre, mecâz ve kinâye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.
fenn-i beyân-ı maâni: üslup ve belagat ilminin kısımları.
fenn-i elektrik: elektrik ilmi.
fenn-i hendese: mühendislik.
fenn-i hikmet: felsefe.
fenn-i hikmetü'l-eşya: bütün varlıkların yaratılışındaki gâyelerine ve ince nizamlarına âit ilim; tabiat bilgisi.
fenn-i iâşe: insanlar ve hayvanların besleniş ve yaşayışları hakkında bilgi veren ilim dalı.
fenn-i kıraat: okuma ilmi.
fenn-i kimya: kimya ilmi.
fenn-i kitâbet:çeşitli yazı usül ve şekillerini öğreten ilim.
fenn-i maâni: güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten edebiyatın bir şubesi.
fenn-i makine: makine ilmi.
fenn-i mantık: mantık ilmi.
fenn-i menâfiü'l•âzâ: Bedendeki uzuvların faydalarını anlatan ilim. Fizyolojik Anatomi.
fenn-i tıb: tıb ilmi.
fennen: fence, fenne uygun olarak.
fenni:fenne ilgili ve fene âit. Müsbet ilme dayanan.
fer': bir aslın neticesi, uzantısı.
ferâgat: hakkından vazgeçmek, bir şey istememek, şahsî dâvâlarından vazgeçme.
ferâh-ı münezzeh: tam huzur, kusursuz ferahlık ve kemâl noktasındaki güzellikler âlemi.
ferâiz-i diniye:dinin farzları, yapılması Allah tarafından kesin olarak emredilen şeyler.
ferâiz-i İlâhiye: Allah'ın farz kıldığı şeyler.
ferâiz: farz kılınan ibâdetler, farzlar; Allah'ın kesin emirleri.
ferc: dişi üreme organı.
ferd: tek, bir, yekta; kişi; eşsiz.
ferd-i fevkalâde: olağanüstü, fevkâlade olan bir fert.
ferd-i hasnâ: iffetine düşkün bir tek kadın.
ferd-i mümtaz:özellikle seçilmiş insan. (Hz. Muhammed. )
ferdâniyet:teklik, bir oluş.
ferdi:şahsi
ferh: yavru.
ferid-i kevn ü zaman: kâinâtın ve bütün zamanların benzersizi olan.
ferikiyet: generallik.
ferik: general, korgeneral, tümgeneral.
ferman: emir, tebliğ, padişah buyruğu.
fermân-ı ahkem: beyan ve ifâdeleri hikmetli olan emir.
fermân-ı âzam: en büyük ferman.
fermân-ı celil: Cenâb-ı Allah'ın yücelerden gelen fermanı.
fermân-ı ezelî:varlığının başlangıcı olmayan Allah'ın emri.
fermân-ı haşr: dirilişle ilgili Allah'ın buyruğu.
fermân-ı kudsi: Allah'ın mukaddes fermanı.
fermân-ı Rahmânî: sonsuz merhamet sâhibi, Allah'ın fermanı, emri.
fermân-ı zişan: şanlı ferman.
fermanber: emir dinleyen, itaat eden. Boyun eğen. Fermanlı.
ferş: yeryüzü, yer.
feryad: bağırıp çağırmak, yüksek sesle medet istemek.
feryâd ü fizar: yüksek sesle bağırıp haykırmak, imdat istemek.
ferzendâne: evlât gibi, evlâda yakışır sûrette.
fesad: bozukluk ve fenâlık, karışıklık, haddi aşıp zulmetmek.
fesâhat: doğru ve düzgün söyleyiş, açık ve güzel ifâde.
fesâhat-i hârika: hârika fesâhat.
fesâhat-i lâfziye: lâfzın doğru ve düzgün olması, sözün açık ve güzel ifâdeli oluşu.
fesat: bozuk ve fenâlık, karışıklık, haddi aşıp zulmetmek.
festemi': "dinle", "işit' anlamında bir emrî kelimedir.
feth: açmak, Müslümanların bir yeri zabtetmesi.
fetvâ: bir mesele hakkında ehil olan kimse tarafından verilen dînî hüküm.
fevk: üst, üzeri.
fevkalâde: olağanüstü.
fevka'z-zaman: zaman üstü. Zamanla kayıtlı olmadan.
fevt: kaybetme, elden çıkarma.
feylesof: felsefe ile uğraşan, felsefeci, filozof.
feylesofâne: filozofçasına.
Feyyâz-ı Mutlak: çok çok bereket ve bolluk veren Allah.
feyz (feyiz): bolluk, bereket, ilim, irfan, mübâreklik, mânevi gıdâ.
feyz-i iman: îmânın feyzi.
feyz-i İlâhi: İlâhi feyiz.
feyz-i Kur'ân: Kur'an'ın feyzi, Kur'ân'ın verdiği ilham.
feyz-i sohbet-i Nübüvvet: peygamberlik sohbetinin feyz ve bereketi.
feyz-i tecelli: tecellinin feyiz ve bereketi.
feyz-i ziyâ: bereketli aydınlık. Bolca ışık.
fezâ: yıldızlar arasındaki geniş boşluk, uzay, gökyüzü.
fezâ-i âlem: gökyüzü; fezâ âlemi; uzay.
feza-i ıtlak: hudutsuz gökyüzü, nihayetsiz fezâ
fezâ-i kâinat: uzay.
feza-i ulvi: geniş fezâ alemi.
fezâ-i vasia: Uzay. uçsuz-bucaksız; geniş olan feza âlemi.
fezâil-i kelâmiye: sözün faziletlileri.
fezleke: özet, hülâsa, netice, icmal; hesap listesindeki netice.
fıkra: yazıda bir bahis paragraf; kısa haber; küçük hikâye.
fıkra-i Arabiye: Arapça fırka, metin.
fırâk-ı dâlle: sapık grup, hak yoldan ayrılan fırka.
fırka-i dâlle: dalâlete gidenler, sapıtanlar.
fısk: günah; Allah'ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak.
fıtrat: yaratılış, huy, tabiat.
fıtrat-ı asliye:bozulmamış yaratılış,insan doğuştan İslâm fıtratı üzerine yaratılmıştır.
fıtrat-ı İlahiye: Yaratılıştan verilen şekil, mâhiyet.
fıtrat-ı insâniye: insanın yaratılışı.
fıtrat-ı insâniyet: insanlık tabiatı, insana uygun huy ve davranışlar, insan yaratılışı.
fıtrat-ı selime: doğru ve doğruluk üzerine yaratılış.
fıtraten: yaratılış ile, yaratılış bakımından.
fıtrî: doğuştan, yaratılıştan, fıtrata âit ve yaratılışla ilgili.
fîzar: ağlayıp inlemek, sesli ağlamak.
fizâr-ı istimdatkârâne: medet isteyerek inleyip ağlamak.
figan: ağlayıp sızlama.
fihriste: bir dükkânda veya bir kitabın içerisinde ne bulunduğunu sıra ile gösteren liste, katalog.
fihriste-i cihazât: bir şeyin pek çok kısmının özeti, cihazların listesi.
fihriste-i sanat-ı Rabbâniye: her şeyi terbiye eden Allah'ın sanatının fihristesi.
fihriste-i vücud: vücudun fihristesi.
fiil: iş, amel, oluş, hareket.
fiil-i Rubûbiyet: terbiye edicilik fiili.
fiilen: fiille, davranış ve hareketlerle.
fikir: düşünmek; Allah'ın isim ve sıfatlarını ve bunların tecellilerini tefekkür etmek.
fikr-i avâm: halktan irfanı kıt olan kimsenin fikri, okuyup yazması az olanların düşüncesi.
fikr-i beşer: insanın fikri.
fikr-i felsefe: felsefe fikri.
fikr-i insâni: insanın fikri..
fikri küfri: küfür olan fikir.
fikr-i tabiat: tabiat fikri.
fikren: düşünce itibâriyle, fikir bakımından.
fikret-i beyzâ: münevver ve parlak fikirler.
filânün. tavilü'n-necad: "Kılıncının kayışı, bendi uzundur" mânâsında kinâyeli bir söz.
filhakîka: hakikatte. İşin doğrusu.
firak: ayrılık, ayrılma, hicran.
firâk-ı ebedî: sonsuz ayrılık.
firâk-ı elîm: çok acıklı ayrılık.
firâk-ı elimâne: acı veren ayrılık.
firâkü'l-ahbap: dostlardan ayrılmak, ahbapların ayrılığı.
firavun-u zelîl: alçak fir'avun.
Firavun: Mısır'da yaşamış ve Hz. Musa'ya (a. s. ) inanmayan, onunla savaşan ve Allah'a isyan ederek ilâhlık dâvâ eden hükümdar. Firavun gibi ilâhlık iddia edenlere de bu isim verilir.
Firavunâne: Fir'avun gibi.
firavuniyet: firavunluk, dinsizlik, isyankârlık ile Allah'ı tanımama, kendisini ilâh olarak görme.
firdevs-i mânevi: mânevi cennet.
firkat:ayrılmak, ayrılık.
fitne: ahlâkta ve cemiyet nizâmında azgınlık ve bozgunculuk; azdırma, baştan çıkarma, karışıklık.
fizar: ağlayıp inlemek, sesli ağlamak.
fonograf: gramofonun ilk şekli, ses cihazı, sesi alıp geri veren cihaz.
fonograf-ı Rabbânî: İlâhî ve canlı olan ses cihazları. Canlı stüdyo.
forma: askeri nişan, rütbe işareti, bükülünce 8,16, 32 sayfa olan kitap parçası.
frengî: Frenkçe, Avrupâ dilleri ve kültürü.
fuhşiyât: çok çirkin işler, günahlar; gayr-ı meşru cinsi münâsebetler.
fukarâ: fakirler.
Furkan: Hak ile batılı, iyi ve kötüyü; hayır ve şerri bir birinden ayıran ve farkettiren Kur'ân.
Furkan-ı Ahkem: en sağlam ve en çok hükmeden, hak ile bâtılı birbirinden ayıran Kur'ân-ı Kerim.
Furkan-ı Celil-üş-Şan: şanı yüce olan Kur'ân.
fuzuli:fazladan olan, gereksiz şey, işe yaramayan, boşu boşuna.
fuziliyâne:fazladan, lüzumsuz, boşuna.
füc'eten: âniden, birdenbire.
füccâr: fâcirler, günahkârlar, açıktan günah işleyenler.
fünûn:fenler.
fünûn-u acibe: şaşılan fen ve ilimler.
fünûn-u beşeriyye: beşerî fenler.
fünûn-u ekvân: kâinat fenleri.
fünûn-u hafiye: gizli fenler; cinleri ve ruhları ilim teknikte istihdam etmekle ilgili fenler, ilimler; (bak. ulûm-u hafiye)
fünûn-u hâzıra: günümüzdeki fenler, ilimler.
fünûn-u hikmet: hikmet fenleri.
fürce: girecek yer; boşluk, çatlaklık, açıklık.
fütur: ara, usanç, gevşeklik,•
fütur: yarıklar, çatlaklar.
füyüzât: feyizler, mânevî bolluk ve bereketler, olgunlaşmalar, inayetler.
füyüzât-ı nimet: ni'met feyizleri, bol nimetler, yardımlar ve ikramlar.
G:
gabâvet: ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık.
gadab: öfke, kızgınlık.
gaddar: çok çok zulmeden.
gadr:hâinlik, vefâsızlık, Zulüm.
gadr-i mutlak: mutlak merhametsizlik, Zulüm.
gâfil: dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan.
gâfilâne: körükörüne, ihtiyatsızca, dalgınlıkla.
gaflet: dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık, nefsine uyarak Allâh'ı ve emirlerini unutmak.
gaflet-i mutlak: nefsine ve hevesâtına uyarak Allah'ı ve emirlerini unutma, iman ve İslâm'dan, hak ve hakikattan gafil olma.
gafletpişe: gaflet içinde, çok gâfil.
gâh begâh: zaman zaman. Yer yer.
gâib (gayb): görünmez, gizli.
gâibâne: hazırda görünmeksizin, yüz yüze olmadan, gizliden; gramerde, üçüncü şahıs kişiyle konuşma.
galat: yanlış, hatâ.
galebe: üstün gelmek, yenmek, bozmak, çokluk.
galebe-i i'cazkârâne: mu'cizeli bir şekilde galip gelme.
gâli: pahalı, ağır, kıymetli.
gâlib-i esmâ ve sıfat: ekser isim ve sıfat-ı ilâhiye.
gâliben: çoğunlukla, ekseriyetle.
gâliye: yüksek, çok değerli.
galiz: kötü, kaba, çirkin söz, küfür.
gam: keder, üzüntü.
gani: zenginlik sâhibi.
Gani-i Alelıtlak: her şeye sâhip ve hiç bir şeye hiç bir şekilde muhtaç. olmayan Allah.
Gani-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve zenginlik sahibi olan Allah.
Ganî-i Mutlak: sonsuz ve sınırsız zenginlik sahibi ve hiç bir şeye ihtiyacı olmayan Allah.
garâbet: gariplik, tuhaflık, hayret vericilik.
garâib-i nukuş: hayret verici nakışlar, şaşırtıcı güzellikteki süsler.
garâib-i fen: fennin şaşırtıcı ve hayret verici şeyleri.
garâib-i icraat: hayret verici iş ve faaliyetler.
garâib-i sanat: sanattaki gariplik, incelik ve hayranlık.
garâip: acâip şeyler, hayret edilecek şeyler.
garât: gasblar, yağmalar.
garaz: maksat, niyet, kasıt; kötü niyet ve kin.
garb: batı.
garib (garibe): hayret verici, tuhaf.
gark: batmak, boğulmak.
gasb: başkasının malını rızâsı olma-. dan zorla almak.
gâsıbâne: hakkı olmayan şeyi alarak, gasbederek.
gâvur: kâfir.
gavvas: çok gayretli çalışkan; suya dalan, inci arayan dalgıç.
gâyât: gâyeler, amaçlar, emeller..
gâyât-ı irşâd: irşad etme gayeleri. Aydınlatma maksatları.
gâyât-i fıtrat: yaratılış gâyeleri.
gâyât-ı hayatiye: hayatın gâyeleri.
gâyât-ı hudud: sınırın sonu.
gâyât-ı vücud: var oluşun gâyeleri.
gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mâhiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar.
gaybaşinâ: gaybı bilen, gaybdan haberi olan, gelecekten veya âhiretten haber veren.
gaybi: gayba âit ve onunla ilgili; hazırda olmayan, görünmeyenlere âit, hazırda olmayanlara âit, başka âlemdekilere âit, âhirete âit.
gaybi-yi âsuman: gökyüzünün bilinmeyen yönleri.
gaybubet: hazırda olmayıp başka yerde olma.
gâye: hedef, maksat.
gâye-i aksâ: en son gâye.
gâye-i cüz'iye: küçük bir gâye, maksat, netice.
gâye-i emel: gâye ve emel.
gâye-i hakikiye: bir asıl gayeye yönelik.
gâye-i hayal: ideâl. Hayalde tasavvur edilen ve ona varılması istenen gaye ve maksat.
gâye-i himmet: gayret ve çabanın gâyesi.
gâye-i ibâdet: ibâdetin gâyesi.
gâye-i idhâl: konmasının ve yerleştirilmesinin gâyesi.
gâye-i insâniyet: insanlığın gâye ve maksadı.
gâye-i vücud: varlık gayesi.
gâye-i yegâne: tek gâye
gâyet: çok, pek çok.
gâyet-i kemâl: yükselme, yücelme gâyesi.
gayetü'l-gâyât: nihai gâye. Asıl maksat.
gayr: başka, diğer. hariç, dış.
gayr-i kâbil: mümkün olmayan, imkânsız.
gayr-i mahdut: hudutsuz, sayısız.
gayr-i mahsur: sayısızca, sınırsız.
gayr-i mâkul: akıl dışı, akla yakın olmayan.
gayr-i melfuz: telâffuz olunmamış, söylenmemiş olan, ağızdan çıkmayan.
gayr-i meş'ur: şuur hârici. Şuuru taalluk etmeden.
gayr-i meşru: dîne aykırı, meşru olmayan.
gayr-ı mütenahi: sonu olmayan, nihayetsiz.
gayr-i sâbit: durgun ve hareketsiz olmayan doğruluğu isbat edilmeyen.
gayret: şeref, haysiyet, izzet
gayretullah: Allah'ın, hak dinini koruma sıfatı.
gazap: hiddet, öfke, kızgınlık.
gazât-ı muzırra: zararlı gazlar.
gazevât: savaş. Meydan muharebeleri.
gedâ: fakir, kimsesiz, dilenci.
gemi-i cebbâr: büyük ve azâmetli gemi.
ger: eğer.
gıdâ-i ervah:. ruhların gıdası.
gıdâ-i mânevi: mânevi gıda.
gılâf: kılıf, mahfaza, örtü.
gılâf-ı lâtif: ince, güzel ve şeffaf tür örtü. Ruhun libası, örtüsü.
gınâ: zenginlik, yeterlik, tok gözlülük.
gınâ-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakkın bolluk, bereket ve zenginlikleri.
gınâ-i Rabbaniye: her şeyi terbiye eden Allah'ın sonsuz zenginliği ve hiç bir şeye muhtaç olmaması.
gıpta: imrenme.
gıyas çekmek: yardım dilemek, imdat istemek.
gıybet: bir kimsenin yüzüne karşı söylendiğinde darılabileceği bir sözü arkasından konuşma, dedikodu.
gidişât: gidişler, hâl, vaziyet, seyir.
girift:yakalama, tutma; dolaşık, birbiri içine girik, karışık.
giriftar:tutulmuş, yakalanmış.
gufran: Allah'ın günahları affetmesi, mağfiret.
gunâgün:türlü türlü, renk renk.
gurbet: gariplik, yabancılık; yabancı memleket, yâd el.
gurûb: batma, batış, batıda görünmez olmak.
gül-ü Muhammedi (a. s. m. ): kırmızı renkli bir gül çeşidi.
gümrâh:yolunu şaşırmak. Sapmak.
güruh:bölük, cemaat, kısım.
güvâh:şâhid.
güyâ: sanki.
gûzerân-ı hayat: geçici hayat, geçen hayat.
H:
hâb-ı rahat: rahat uykusu.
habbe: dâne, tohum, parça.
haber-i vâhid: ilk ve tek haber veya hadise olmuş olması.
habib: sevilen, sevgili.
Habib-i Ekrem: Allah'ın sevgilisi olan Hz. Muhammed (a. s. m. ).
habib-i hakîki: hakîki sevilmeye lâyık olan.
habibiyet:sevgililik, sevgili oluş.
Habibullah: Allah'ın en sevdiği olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a. s. m. ).
habis:pis, kötü, hilekâr.
hacâlet: utanç, utanma.
hacâletâver: utandırıcı, utanç veren.
hâcât: ihtiyaçlar.
hâcât-ı beşeriye:insanın ihtiyaçları.
hâcât-ı fıtrî:yaratılıştan gelen ihtiyaç.
hâcât-ı hayvâniye: hayvanların ihtiyaçları.
hâcât-ı insâniye: insanın ihtiyaçları
hâcât-ı mâneviye: mânevi ihtiyaçlar.
hâcât-ı zaruriye: zorunlu ihtiyaçlar.
hâcet: ihtiyaç, lüzum, gerek.
hâcet-i âmme:umumi ihtiyaç, herkesin ihtiyacı.
had:sınır, dozaj.
hadd ü hesab: adet, hesap, sınır. "Sınırsız" mânâsında.
hadd-i büluğ: büluğâ erme yaşı, teklif-i İlâhinin başladığı, namaz ve oruç gibi emirlerin yerine getirilmesinin şart olduğu yaş.
hadd-i mevhum: hayalî ve olmayan bir sınır.
hademe: hizmetçi.
hâdi: hidâyet veren, doğru yola ulaştıran.
hadika: bahçe.
hâdis: sonradan olan.
hadis: Peygamberimizin (a. s. m) sözü, emri ve hareketini anlatan söz veya yazı.
hadis-i kudsi: mânâsı Peygamberimize (a. s. m. ) vahiy ile ilham edilen, kelimesi Peygamberimize âit olan hadis.
hadis-i şerif: Peygamberimizin (a s. m. ) sözü, emri ve hareketini bildiren ifâde.
hâdim: hizmet eden, hizmetkâr.
hâdisât: hâdiseler, olaylar.
hâdisât-ı arziye: yeryüzü hâdiseleri.
hâdisât-ı azime: büyük hâdiseler.
hâdisât-ı cevviye: feza hâdiseleri.
hâdisât-ı cüz'iye: küçük ve basit hâdiseler.
hâdisât-ı dünyeviye: dünya hâdiseleri.
hâdisât-ı hayatiye: hayatî hâdiseler.
hâdisât-ı kâinat: kâinat hâdiseleri.
hâdisât-ı kevniye: yaratılışa ve oluşa âit hadiseler; dünyada meydana gelen olaylar.
hâdisât-ı mâziye: geçmiş, mâzideki hâdiseler.
hâdisât-ı necmiye: yıldız hâdiseleri.
hâdisât-ı semâviye: gök hâdiseleri. Uzaydaki gelişmeler.
hâdisât-ı tarihiye: tarihi hadiseler.
hâdise: olay
hâdise-i arzîye: arzi hâdise.
hâdise-i azime: büyük hâdise.
hâdise-i cüz'i: küçük ve basit hâdise.
hâdise-i cüz'iye: küçük ve basit hâdise.
hâdise-i ezeliye: ezelî hâdise.
hâdise-i hârika: hârika hâdise.
hâdise-i misaliye: misali bir hadise şeklinde.
hâdise-i uhrâ: diğer hâdise.
hâdise-i umumiye: herkesi ilgilendiren hâdise.
hâdise-i vâhid: tek bir hâdise.
hadrevât: yeşillikler, yeşillik.
hads-i kalbi: kalbî kanaat, mutmain olmak.
hads-i kati: kesin ve uzun araştırmaya gerek olmadan hemen elde edilen bilgi; sür'at-i intikâl; kesin ve doğru idrak.
hads-i sâdık: kalbde süratle meydana gelen, doğru kanaat, tam, doğru ve şüphesiz idrak etme ve bilme.
hads-i vicdânî: vicdana doğan anî mânâlar.
hadsen: sezmekle, anlatılanı süratle anlayarak; süratli anlama açısından.
hadsiz: sınırsız, sonsuz.
hafâ: gizlilik, saklılık.
hâfiz: Kur'ân'ı ezberleyen.
hâfıza: ezberleme, koruma kuvveti.
hâfıza-i kübrâ: en büyük hâfıza.
hâfi: gizli, saklı.
Hafiz: her şeyi muhâfaza altına alan, kaydeden Allah.
Hafız-ı Alim: bekâ için lâzım olan levhalara, fânilerin mânâlarını kaydedip, koruyan, hıfzeden Allah.
Hafiz-i Rahîm: sonsuz merhamet sahibi ve her şeyi koruyan Allah.
Hâfiz-i Zülcelâl: büyüklük sahibi, büyük küçük her şeyi kaydedip koruyan Cenâb-ı Hak.
hafızâne: koruyarak, yazı ve sûretlerini alarak.
hafiziyet: muhafaza edicilik, koruyup gözeticilik. Allah'ın her şeyi muhafaza edici sıfatı.
hâhişger: arzulayan, isteyen, istekli.
hâif: korkan, korkak.
hâil: perde, mânia, iki şey arasını ayıran.
hâinâne: hâincesine bir vâziyet.
Hak: her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah.
Hak Sübhânehü ve Teâlâ: şanı yüce, kusur ve noksandan münezzeh olan Cenâb-ı Hak.
hakâik-ı âliye-i İlâhiye: İlâhî yüce hakikatler.
hakâik: gerçekler, hakîkatler.
hakâik-ı dakika: ince gerçekler.
hakâik-ı erkân-ı imâniye: îman esaslarının hakikatleri.
hakâik-ı esâsiye: hakikatin aslı, özü. Asıl hakikat.
hakâik-ı esmâ: Allah'ın isimlerinin hakikatleri.
hakâik-ı eşya: eşyanın hakikati..
hakâik-ı gâmıza: ince hakikatlar.
hakâik-ı gâmıza-i İlâhiye: Allah'ın Kur'ân'da açıkladığı ince hakikatlar.
hakâik-ı gaybiye: gayb âlemi, görünmeyen âlemlerin gerçekleri.
hakâik-ı imâniye: iman hakikatleri.
hakâik-ı İlâhiye: Allah'ın Kur'ân'da açıkladığı ince hakîkatlar.
hakâik-ı İslâmiye: İslâm'ın hakikatleri.
hakâik-ı kevniye: kâinatla, yaratılışla ilgili hakîkatlar.
hakâik-ı kudsiye: mukaddes gerçekler.
hakâik-ı Kur'âniye: Kur'ân hakîkatleri.
hakâik-ı mevcudât: bütün yaratılmışların ortaya koyduğu gerçek.
hakâik-ı mümkinât: varlığı yokluğu eşit olup, var veya yok olan. için Allah'ın tercihine muhtaç olan varlıkların hakikatları, ne oldukları,. mâhiyetleri.
hakâik-ı nisbiye: benzer hakîkatler.
hakâik-ı Nübüvvet: peygamberlik gerçekleri.
hakâikâşina: gerçekleri bilen.
hakâiknümâ: hakîkatleri, olduğunu gösteren.
hakâret: küçüklük, horluk.
Hakem: haklıyı haksızı ayıran. Allah.
hakendiş: hakkı düşünen, hak taraftarı.
hâkezâ: benzeri, öylece; bunun gibi; böyle.
hakikat-i acîbe: hayret verici gerçek.
hakikat-i âliye: yüksek hakîkat.
hakikat-i âmiriyet: âmirlik hakikati, emredicilik gerçeği.
hakikat-i azime: büyük gerçek.
hakikat-i câmia: çok hususiyetleri ve mânâları içinde toplayan ve çok şeylerle alâkalı olan hakikat.
hakîkat-i câzibedâr: aslı ve esasıyla çekici olan hakîkat.
hakîkat-i cismâniye: hakîki şekliyle, olduğu gibi, cismiyle.
hakikat-i dâime:devam eden gerçek.
hakikat-i dünya:dünyanın hakîkati, aslı, esası ve ne olduğu.
hakikat-i ekber-i haşriye: en büyük haşir gerçeği.
hakikat-i gaybiye: gayb âlemindeki hakikatler. İman edip de göremediklerimiz.
hakikat-i hadisiyâ: hadisin hakikati, mânâsı.
hakîkat-i hal:bir şeyin aslı, esâsı ve hakîkati, durumun gerçek yönü.
hakikat-i hariciye: harice, meydana çıkma; gözle görülebilen gerçek.
hakîkat-i haşir: haşir gerçeği
hakikat-i haşriye: haşir gerçeği.
hakikat-i insâniye: insanın hakikati.
hakikat-i kâtıa: kesin, sarsılmaz gerçekler; hakikatler.
hakikat-i kâtıâ-i sâtıa: parlak ve kesin hakikat.
hakikat-i Kur'âniye: Kur'ân'ın hakîkati.
hakikat-i külli: büyük hakîkat.
hakikât-i külliye: her şeyle ilgisi olan, çok büyük, geniş ve umumî hakîkat.
hakikat-i külliye-i dâime:devamlı ve bir bütünün her şeyiyle ilgili olan. gerçek.
hakikat-i maddiye: maddî gerçek.
hakikat-i mahbûbe:sevimli hakîkat, sevilen gerçek.
hakikât-i meçhule: bilinmeyen gerçek.
hakikat-i mevcudat:varlıkların hakikati.
hakîkat-i mevt: ölüm gerçeği.
hakîkat-i Mirac: Mîrac gerçeği. Mîrâcın hak ve hakîkat olduğu.
hakikat-i muazzama: büyük gerçek.
hakikat-i mukarrere: kararlaşmış, kesinleşmiş hakîkatler.
hakikât-i mutlaka: sonsuz ve sınırsız gerçek.
hakîkat-i mümkinât: mümkinâtın hakîkati, aslı, esası, ne olduğu.
hakikat-i nevmiye: uykunun hakîkati, mâhiyeti.
hakikât-i nurâniye: parlak gerçek.
hakikat-i ömr: gerçek zaman, ömür müddeti.
hakikat-i râsihâ-i âliye: yüce ve derin hakîkat.
hakikat-i sâbite: sâbit, değişmez hakikat Değişiklik içinde değişmeyen İlâhî emir ve kânunlar.
hakikat-i salât: namazın hakikati.
hakikat-i tevekkül: tevekkül gerçeği.
hakikat-i ubudiyet-i Ahmediye: Peygamberimizin kulluğunun hakikati.
hakikat-i ulviye: yüce hakîkat, yüksek hakikat.
hakikat-i ulyâ: yüce gerçek.
hakikat-i uzmâ: en büyük hakîkat.
hakikat-i vâkıa: olayın gerçeği, hâdisenin aslı.
hakîkat-i zaman: biçilmiş zaman, zamanın asıl yönü. Zamanın hakikati
hakikatbîn: hakikati gören, hakîkati anlayan ve hakikate inanan.
hakîkatü'l•hakâik: hakîkatin ta kendisi. Yüzde yüz gerçek.
hakiki: gerçek.
Hakim: her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle. yoktan var eden Allah.
Hakim-i Kadir: sonsuz güç sahibi ve her şeyi hikmetle yaratan Allah.
Hakim-i Mutlak: sonsuz hikmet sahibi ve her şeyi gâyeli ve faydalı yaratan Allah.
Hakîm-i Müdebbîr: her şeyi. idâre ve terbiye eden hikmet sahibi olan Allah.
Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat, merhamet sahibi, her şeyi hikmetle yaratan Allah.
Hakim-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve her şeye hükmeden Allah.
Hakim-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, her şeyi hikmetle yapan Allah
hakim-i İlâhi: aklıyla Allah'ı bulmaya çalışan âlim ve hikmet sâhibi zât.
hakîmâne: faydalı ve gâyeli bir tarzda, hikmetli bir şekilde.
hakîr: küçük, aşağı, ehemmiyetsiz.
Hâkim: her şeye hükmeden Allah.
Hâkim-i Arz ve Semâvât: yerlerin ve göklerin Hâkimi olan Allah.
Hâkim-i Bilhak: her şeyin gerçek hâkim i.
Hâkim-i Ezel ve Ebed: ezele ve ebede hükmeden Allah.
Hâkim-i Ezeli: varlığının başlangıcı olmayan ve her şeye hükmeden Allah.
Hâkim-i Hafiz: her şeye hükmeden ve her şeyi koruyan Allah.
Hâkim-i Hakim: her şeyi hikmetle yapan ve her şeye hükmeden Allah
Hâkim-i Mutlak: mutlak (kayıtsız, şartsız) hâkim olan Allah.
Hâkim-i Zülcelâl: celâl sahibi ve her şeye hükmeden Allah.
Hâkim-i Zülkemâl: kemâl sahibi, her şeyi faydalı ve hikmetli yaratan Allah.
hâkim-i adâletpişe: adâlet sâhibi hâkim, her zaman adâletli davranan idâreci.
hâkim-i âdil: adâletle hükmeden.
hâkim-i namdâr: nâm sahibi hakim.
hâkimiyet: hükmetme, emir altında bulundurma.
hâkimiyet-i âmme: umuma hâkim olma.
hâkimiyet-i rubûbiyet: Allah'ın kâinatı idâre ve terbiye edicilik hâkimiyeti.
hakk-ı hayat: yaşama hakkı.
hakk-ı kelâm: söz hakkı.
hakk-ı vücud: gereken şekildeki vücud hakkı.
hakkalyakin: îmânın, Allah'ı tanımanın derecesi; îmânî meselelerin kesin derecede hakikatine nüfuz etme, yaşar derecede bilme.
hakkan:gerçekten, doğrusu.
hakkâniyet: haktan ve doğruluktan ayrılmama; gerçeklik, doğruluk.
haknümâ: hak gösteren.
hakperest: doğruluktan ve haktan ayrılmayan, hak ve doğruluğu ciddi seven.
hâl-i âlem: şimdiki hâl ve yaşama şekli.
hâl-i hazır: şimdiki zaman, şimdiki hâl.
hulûs: kurtulma, kurtuluş.
hâlât: haller, durumlar,sûretler.
hâlât-ı tabiiye: tabii haller.
hâlât-ı telakki: nâzil olma, indirilme sebebleri.
halûvet: tatlılık, şirinlik.
hâle: ay ve güneşin etrafında bâzen görünen parlak dâire. Kuyruklu bir yıldız.
halecan: titreme, kalp çarpıntısı, heyecan.
halel: bozukluk, eksiklik, başkası tarafından verilen zarar.
hâlen: tavır hareket veya davrânış, durum olarak.
hâlet: durum, hal, vaziyet, keyfiyet.
hâlet-i kudsiye: mukaddes ve mübârek haller.
hâlet-i mahzunâne: üzüntülü hal.
half: arkâ.
Hâlık: yaratıcı; her şeyi yoktan yaratan Allah.
Hâlık-ı Âlem: âlemin Yaratıcısı
Hâlık-ı Arz ve Semâvat: yeri ve göğü yaratan, yoktan var eden Allah.
Hâlık-ı Hakim: her varlığı bin hikmetle yaratan Allah.
Hâlık-ı Kâinat: kâinâtın yaratıcısı.
Hâlık-ı Kerim: ikramı bol ve her şeyi yaratan Allah.
Hâlık-ı Küll-i Şey: her şeye gücü yeten ve her şeyin yaratıcısı olan Allah.
Hâlık-ı Rahim: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi her şeyi yoktan yaratan Allah.
Hâlık-ı Teâla: her şeyi yoktan var eden Allah.
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan yoktan yaratan Allah.
hâlık-ı ef'âl: Mu'tezile fırkasının bir tâbiri. İnsan ve hayvanların•kendi fiil ve hareketlerinin hâlıkı olduğunu iddia ederler.
hâlık-ı hayr: iyilik yaratıcısı.
hâlık-ı mevt: ölümü yaratan.
hâlık-ı şer: kötülük yaratıcısı.
hâlıkıyet: yaratıcılık, yaratıcı oluş.
hali: boş, ıssız, tenhâ; şimdiki hale âit birşeyi hal ile anlatma.
halife: yeryüzünde Allah adına hareket eden; şer'i hükümlerin tatbiki için Peygambere (asm) vekil olan zat.
halife-i arz: yer yüzünde bazı hususlarda Allah adına yine Allah'ın izniyle hareket eden.
halife-i manevi: mânevi halife.
halife-i zemin:yeryüzünün halifesi olan insan.
halil: dost.
haliçe: ince dokunmuş küçük halı.
hâlik: yok olan, helâk olan, mahv olan, fenâya giden.
hâlis: hilesiz, katıksız; saf, duru; her ameli yalnız ve yalnız Allah rızâsı için. yapan.
hâlisane:samimi, ihlâsla.
hâlisen: hâlis olarak.
hâlisen livechillâh: saf ve temiz bir şekilde Allah rızâsını hedef alarak.
halita-i dimâği:akıldaki muhtelif mesele ve fikirler
halk: yarâtma, var etme.
halk edilme: yaratılma.
halk-ı cedide: insan bedeninin ilk vücûda getirilmesi. Yeni yaratılışı.
halk-ı ezdad: zıtların yaratılması.
halk-ı şer: kötülüğü yaratma, şerrin yaratılışı.
halka-i kübrâ:en büyük halka.
halka-i zikr: zikir halkası.
hall:çözme hâlini arz etme, çözülme, karışık tür meselenin içinden çıkma.
hallâç: pamuk atan, pamuğu didik yapan
Halikk: çokça yaratan, her şeyi halk eden Allah.
Hallâk-i Bimisâl: her şeyi benzersiz ve misilsiz bir gaye ile yaratan Allah.
Hallâk-ı Kâinat: kâinatı yoktan var eden Allah.
Hallâk-ı Lemyezel: ebediyyen var olan Yaratıcı.
Hallâk-ı Rahim: Yarattıklarına merhamet ve şefkatle bakan.
hallâkıyet: yaratıcılık.
hallâkıyet-i İlahiye: Allah'ın yaratıcılığı.
halvet: yalnızlık tek başına kalmak, tenhaya çekilme, gizlilik.
hamakat:ahmaklık.
hamâset: kahramanlık.
hamd ü senâ: şükür ve övme.
hamd: methetme, övme; kulların Allah'a karşı memnuniyetlerini Onu överek ve şükrederek bildirmesi.
hâme-i zerrin-i kûdret: kudretin altın kalemi.
hamele: taşıyan, yüklenen, üzerine alanı
hamele-i arş: İsrafil, Cebrail, Mikail ve Azrail Aleyhimüsselâm.
hamele-i mümtesil: yüklenip yerine getirenler.
hâmız-ı karbon: karbonik asit gazı. Karbondioksit.
hâmi-i meçhul: bilinmeyen koruyucu.
hâmi: himâye eden, koruyan
hâmid: şükreden, hamd eden.
hamil: yüklü, yüklenmiş; taşıyan, götüren.
hâmise: beşinci; râbianın altmışta biri.
hâmisen: beşinci olarak.
haml: yük; yüklenme; isnad.
hâne: ev.
hâne-i cisim: bir eve benzeyen vücud.
hane-i devvâr: dönen bir mekân.
hâne-i hayat: hayat sürülen ev.
hâne-i insan:insanın evi.
Hanefî: amelde. İmam-ı A'zama uyup bu mezhepden olanlar.
Hanifen Müslimen: Müslüman ve hanif olarak.
Hannân: çok merhametli olan Allah.
Hannân-ı Mennân: merhamet ve ihsanı bol olan Allah.
haps-i beden: beden hapsi.
haps-i ebedi: sonsuza kadar kalınan hapis, ebedi hapis.
haps-i münferid: tek başına hapis; hücre hapsi.
harab-ı âlem: bu âlemin harab olması; kıyâmetin kopması.
harab-ı arz: dünyanın yıkılışı. Kıyâmetin kopması.
harabiyet: harap olma, yıkılma; yıkılış.
haram: dinen yapılması kesin olarak yasaklanan, helâl olmayan.
haramiyet: haramlık, gayr-ı meşru.
harap: yıkık; viran, ıssız, perişan.
harâret: sıcaklık.
hararet-i ruh: ruhun daha da canlandırması, hareketlenmesi, hararetlenmesi.
Harb-i umumi: Dünya Savaşı
harbî: kendisiyle harp hâlinde bulunulan.
hardal: çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir bitki ismi.
harec: darlık, zorluk sıkıntı; günah.
harekât: hareketler.
harekât-ı muttarıda: daimi, sürekli bir hareket.
harekât-ı salâtiye: namazdaki hareketler.
harekât-ı zerrat: zerrelerin faaliyeti. Atomların hareketleri.
hareket-i cezbekârâne: çekici ve çekim kuvveti olan hareketler.
hareket-i devriye: dönerek; dâire şeklinde hareket. ederek.
hareket-i gariziye: vücudun normal sıcaklığı.
hareket-i kasti: bir yerden ve kasdi olarak verilmiş hareket.
hareket-i mezbûhâne: boğazlanır gibi hareket, can çekişme hareketi, ölüm ânındaki çırpınış.
hareket-i seneviye: bir yılda tamamlanan yer (küre) hareketi.
hareket-i şedide: şiddetli bir tazyik ve dalgalarıma.
harem: nikâhlı kadın.
hart-i mânidâr: mânâlı harf.
hârık: muhâlefet eden, aykırı gelen; yırtıcı, yırtan; alışılmışın dışında, hârika.
haric-i hakikattar: gerçeğin ve hakikatin sahibi olup, onu ihrac edebilen, gönderebilen.
harici: dışa âit, bilgi dışı.
hariç: dışarıda olan.
hârika: imkânların üstünde olan şey, hayret uyandıran, büyük ve görülmedik eser, görülmedik derecede kıymetli.
hârika-i beşeriye: insanların yaptığı hârika şey.
hârika-i hikmet-i Rabbaniye: her şeyi terbiye eden Allah'ın yarattığı hikmet harikası.
hârika-i hikmet: her şeyin belirli bir gâye ve hikmet ile yaratılmasındâki hârikalık.
hârika-i kudret: Allah'ın kudretinin hârikalıkları.
hârika-i sanat: san'at hârikası.
hârika-i sanat-ı Hâlıkâne: Yaratanın sanat harikaları.
hârika-i zamân: zamanın harikası, eş• siz olanı.
hârikanümâ: hârika gösteren, hârika bir şekilde.
hârikapîşe: hârikalı, hârika işler yapan.
hârikıyet-i lâfziye: sözün hârikalığı.
hârikulâde: olağanüstü, şaşırtıcı derecede.
harita-i kudsiye: mukaddes harîta.
has:özel, hususi, mahsus.
hasâis: bir kişiye âit keyfiyetler, özellikler.
hasâret: zarar etme, ziyan, kayıp.
hasbî: karşılıksız. Sırf Allah rızası için.
haseb: dolayı, cihetince, gereğince.
hased: kıskançlık.
hasen: iyi, güzel, hüsünlü, güzellik, güzel olmak.
hasenât: hayırlar, iyi ve güzel ameller.
hasene: iyilik, güzellik, hayırlı amel; Allah rızâsına uygun iş.
hasf: ay tutulması, ışığı sönmek.
hâsıl: husule gelen, çıkan, meydana gelen.
hâsıl-ı kelâm: sözün kısası.
hâsıl-ı bilmasdar: gerçek tesir sahibinden hasıl olan fiil.
hasım: karşı taraf.
hasis: âdi, en değersiz, en küçük; kötü huy, fenâ tabiat. Basitlik.
hâsiyet: hususi fayda, özellik; tesir, keyfiyet.
haslet: huy, tabiat,. karakter, meziyet.
hasm-ı biemân: amansız-acımasız düşman.
hasm-ı tabiat-yılan: yılan tabiatlı olan düşman.
hasm: muhâlif, karşı taraf, düşman.
hasnâ: izzetine ve iffetine düşkün kadın.
hasr: çekmek, mâl etmek, mahsus kılmak.
hasr-ı fikr: bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak; bütün fikri, çalışmayı, bir şey üzerinde toplamak.
hasr-ı muhabbet: sevgiyi bir şeyde toplama.
hasr-ı nazar: nazarı belli bir noktaya sarf etme, sadece bir şeye bakıp dikkat etmek.
hâssa-i mümtaz: üstün özellik. Ayrıcalıklı olan.
hâssa: bir şeye mahsus özellik, tesir, his, duygu.
hassas:duyarlı, en. küçük bir şeyi hisseden • ince, dakîk; ince ruhlu.
hassâse:hissedici duygu.
hassâsiyet:duyarlılık, hassaslık.
hasse: duygu organı, bir şeye mahsus kuvvet.
hâşâ: aslâ, katiyen, öyle değil, Allah korusun.
hâşâ sümme hâşâ: " hâşâ yine hâşâ tekrar tekrar hâşâ " mânâsında mânâyı kuvvetlendirmek için söylenir.
haşerât: zararlı böcek, akrep, yılan gibi hayvanlar
haşerât-ı muzırra: zârarlı haşereler.
haşir: toplanmak, birikmek; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip bir yerde toplanmaları.
haşir ve neşir: Kıyâmetten sonra insanların bir yerde toplanmaları ve tekrar dağılıp yayılmaları.
hâşiye: sayfa kenarına veya altına yazılan izah; bir kitabın izah ve. şerhini yapan yazı, dipnot.
haşmet: büyüklük; heybet.
haşmet-i hâkimiyet: kainatı kuşatan hâkimiyet-i İlâhiyedeki ihtişam.
haşmet-i padişâhi: pâdişahın haşmeti.
haşmet-i Rububiyet: Cenâb-ı Hakk'ın bütün mahlukâtı merhamet ve şefkatle beslemesi ile idâre etmesinin büyüklüğü.
haşmet-i saltanat: sultanlığın haşmeti, ihtişamı, göz kamaştıran saltanatın güzelliği.
haşmet-i saltanât-ı Uluhiyet: Cenâb-ı Hakkın yaratıcılık ve idâre edicilik saltanâtının büyüklüğü.
haşmet-i sultan:sultan-ı kâinatın haşmeti ve büyüklüğü.
haşmetnümâ: haşmet gösteren, ihtişamlı
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip bir yerde toplanmaları.
haşr-i âzam: en büyük haşir.
haşr-i bahari: bahardaki diriliş, bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi.
haşr-i cismâni: cisimle, cesetle dirilme; bedenlerin ve vücutların haşri.
haşr-i ekber: en büyük diriliş.
haşr-i îmani: haşre iman.
haşyet: korku ve dehşet.
hat: yazı; sınır, çizgi.
hata ender hata: hata içinde hâta.
hatâ-i ekseriyet: ekseriyetin kusur, ihmâl ve hatası.
hatar: tehlike, uçurum, emniyetsizlik, korku.
hâtem: mühür, son, en son.
hâtem-i divan-ı Nübüvvet: peygamberlik divanının mührü olan Peygamberimiz (a. s. m. ).
hâtem-i Ehadiyet: Allah'ın birliğini her bir şeyde gösteren mühür.
hâtem-i inâyet: yardım mührü.
hâtem-i mahsus: hususi mühür.
hâtem-i Rabbâni: her şeyi terbiye eden Allah'ın mührü.
hâtem-i Rahimiyet: Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametini gösteren mühür.
hâtem-i Rubûbiyet: terbiye edicilik mührü.
hâtem-i Vahdet: birlik mührü.
hâtem-i Vâhidiyet: birlik mührü.
Hâtemü'l•Enbiyâ: peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a. s. m. ).
hâtırat-ı kalb: kalben hatırlanan, kalbden geçen şeyler.
hatırât: hatıralar.
hatiât: hatalar; günahlar; kötülükler; yarılışlar.
hatif: gayıptan haber veren cinni; sesi işitilen ve kendisi görülmeyen seslenici
hâtime: sonsöz.
hatip: hitap eden, hutbe okuyan.
hatm: sona erdirmek, bitirmek, Kur'ân'ı veya herhangi bir kitabı sonuna kadar okuma, mühürlemek, mühürlenmek.
hatt: yan; çizgi.
hatt-ı münâsebet: münasebet çizgisi.
hatve: adım, kısım, bölüm, basamak.
hava-i nesimi: sabahki hava, temiz hava.
havai: havaya ait olan her bir unsur.
havâle: gönderme; bir işi veya bir şeyi başka birisine bırakma, ısmarlama.
havârik: harikalar.
havârik-ı beşeriye: beşeri hârikalar.
havarik-ı fıtrat: yaratılıştaki harikalıklar.
havârik-ı kudret: kudret harikaları.
havarik-ı rahmet: rahmet harikaları.
havârik-ı sanat: İlâhî sanat harikaları.
havârik-ı sanat-ı İlâhiye: İlahi sanat harikaları
havârik-ı sun'iye: sanat hârikaları.
havas: marifet ve yaşayışça üstün olan, üst tabaka
havass-ı selâse: üç duygu (tad alma, koklama, dokunma
havass-ı zâhire: görünen, zahirî olan duygular, duyu organları.
havâss: hisler, duygular.
havf: korku, korkma.
havf-ı memât: ölüm korkusu.
havfullah: Allah korkusu.
havi: içine alan, kaplayan câmi; biriktirici, kuşatan, ihtiva eden.
havl: güç, kuvvet; muhît, etraf.
havz: havuz.
havz-ı ekber: büyük havuz, kainat selinin boşaldığı havuz.
hayâl-i şan: hayâlî olarak büyütülen şan ve şöhret.
hayalalûd: hayâli, hayal ile karışık.
hayalat: hayaller.
hayâlen: hayal olarak.
hayâli: hayale âit, hayalle ilgili.
hayat-ı âhiret: öbür dünya. Âhiret hayatı.
hayat-ı bâkiye: bitmeyen, sonsuz hayat, âhiret hayatı.
hayat-ı beşeriye: beşerin sosyal hayatı.
hayat-ı beşeriye-i sefihâne: insanların haram ve yasak eğlence hayatı.
hayat-ı cismâniye: maddî hayat; bedenen yaşama.
hayat-ı dâime: devamlı hayat.
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı.
hayat-ı ebediye: ahiret hayatı; sonsuz hayat.
hayat-ı ezeliye: başlangıcı olmayan Allah'ın hayatı.
hayat-ı hayvani: canlı hayatı; hayvanların hayatı.
hayat-ı hayvâniye: hayvan hayatı.
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat, cemiyet hayatı.
hayat-ı içtimâiye-i beşeriye: insanlığın sosyal hayatı.
hayat-ı ihtilâl: ihtilâllerin hayatı ve kaynağı. İhtilalin sebepleri
hayat-ı insâniye: insan hayatı.
hayat-ı kalbiye: kalbi hayat, kişinin mânevi ve hissî dünyası.
hayat-ı maddiye: maddi hayat, yaşadığımız hayat.
hayat-ı maddiye-i nefsiye: nefsin, maddi istekleri ile yaşamak istediği hayat.
hayat-ı mâneviye: manevî hayat.
hayat-ı mesûdâne: mutlu bir. hayat.
hayat-ı mutlaka: kesin, tam, mutlak hayat.
hayat-ı nebat: bitkilerin hayatı.
hayat-ı ribâ: faizciliğin hayat bulması.
hayat-ı sermediye: sonsuz bir hayat.
hayat-ı şahsî: kişiye âit hayat.
hayat-ı şahsiye: şahsî hayat.
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı.
hayat-memat: hayat-ölüm; ölüm-kalım.
hayafeşân:hayatsaçan.
hayatî:hayat emâresi ve belirtisi olan.
hayatkârane: canlı bir şekilde.
hayatlar:canlı, yaşayan.
haybet: elde edemeyiş, yokluk, mahrumluk.
hayırhah: iyilik isteyen, iyilik düşünen.
haylaz: yaramaz, serseri
haymenişin: çadırda oturan, göçebe.
hayr (hayır): meşru iş, faydalı ve sevaplı amel, iyilik.
hayr-ı kebîr: içinde pek çok hayır ve fayda bulunan. Faydası daha çok olan.
hayr-ı mahz: hayrın tâ kendisi; mutlak hayır; tam hayır.
hayr-ı. mutlak: her yönüyle hayırlı olan; sonsuz ve sınırsız iyilik.
hayret: şaşkınlık, şaşırmak.
hayretâlud: hayret karışmış, hayret bulaşmış.
hayretfezâ: hayret veren, şaşırtan.
hayretkâr: hayran kalan, hayran olan.
hayretkârane: hayret ederek.
hayretnümâ: hayret bildiren; hayret verici.
hayriyet: hayırlılık, hayırlı olmak.
hayrû'l•fâsılin: hakimlerin, adillerin en hayırlısı.
hayru'l-muhsinin: ihsanda bulunan ve cömert olanların en hayırlısı.
haysiyet: itibar, değer, şeref, kıymet, derece, mertebe; cihet, bakım.
hayt: ip.
hayt-ı ittisâl: yaklaştıran, bağlayan, birleştiren bağlar.
hayt-ı münâsebet:münâsebet bağı. İrtibat.
hayt-ı semâvi:semâvî olan bağ.
hayt-ı vuslat: bitiştirme ipi.
hayvan-ı fani-i zâil: yok olup, son bulup giden hayvan.
hayvan-ı nâtık: "konuşan hayvan"; insan.
hayvanât: hayvanlar.
hayvanât-ı ehliye: evcil hayvanlar.
hayvâni: hayvana, diriye âit ve onunla ilgili.
Hayy: hayattar, diri; gerçek hayat sahibi olan Allah. •
Hayy-ı Hâki: sonsuz hayat sahibi Allah.
Hayy-ı Ezeli: evveli olmayan ve hayat sahibi olan Allah.
Hayy-ı Kayyum: varlığı, diriliği her an için olup gökleri yerleri her an için tutan daima her şeye her hususta iktidarı olan Allah.
hayy-ı meyyit: ölüye benzer canlı.
hayy-ı murtabıt: hayata bağlı. Hayat ile irtibatlı.
hazâin-i rahmet: Allah'ın şefkat ve merhamet hazineleri.
hazer: sakınma.
hazf: aradan çıkarma, çıkarılma; yok etme,. silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme; atmak.
hâzır: şimdiki zaman, huzurda olan, göz önünde olan.
hazırâne: hazırcasına, karşısında bulunup görürcesine; gramerde, ikinci tekil şahıs kipi.
hazinâne: keder veren, acı uyandıran görünüşte.
hazine -i âliye: ulvî mânâ hazinesi.
hazine -i ebediye: ebedî hazîne; Cennet.
hazine -i gayb: gayb hazinesi.
hazine-i gaybiye: gayb âlemindeki ilâhi hazine ve zenginlikler.
hazine-i hâssa-i rahmet: Allah'a ait olan rahmet hazinesi.
hazine-i hâssa: Osmanlı zamanında devlet bütçesinden padişaha maaş sağlayan ve sarayın gelirlerinin toplandığı malî bir müessese.
hazine-i ihsan: ihsan ve bağış hazinesi.
hazine-i ilm-i Tevhid: tevhid ilmi hazinesi.
hazine-i kemalât: olgunluklar hazinesi.
hazine-i kudret: bitip tükenmeyen ilâhi kudret hazineleri.
hazine-i mâneviye: mânevi hazine.
hazine-i mu'cizât: mu'cizeler hazinesi.
hazîne-i nur: nur hazinesi.
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi.
hazine-i ulûm: ilimler hazinesi.
hâzine-i uzmâ: en büyük hazine.
hazînedar: malı muhafazaya memur olan.
hazin: hüzün veren, acıklı, kederli.
hazinâne: keder veren, acı uyandıran görünüşte.
hazrevât: yeşillik, bitkiler, meyve ve sebzeler.
hazz-ı nefis: cismen, bedenen; duyularla bir şeyden lezzet alıp, haz duymak.
hebâ: boş, faydasız, zâyi olma.
hebâen: boşu boşuna.
hebâen mensur: boşuna olarak.
hedâyâ: hediyeler.
hedâyâ-i Rahmâniye: Rahmân olan Allah'ın hediyeleri.
hedâyâ-i rahmet: rahmet hediyeleri.
hedef-i maksat: asıl gâye. Varılmak istenen hedef. '
heder: boş yere,faydasız.
hediye-i hidâyet: hidâyet hediyesi.
hediye-i hikmet: hikmet hediyesi.
hediye-i inâyet: inâyet hediyesi.
hediye-i Rahmâniye: Rahmân olan Allah'ın hediyesi
hediye-i rahmet: rahmet-i İlâhî'nin bir hediyesi.
hediye-i ubudiyet: kulluk hediyesi.
hedm: yok etme, yıkma, bozma, ortadan kaldırma.
hekim: doktor.
helâket: mahvolma, yok olma, felâket.
helâket-i ebediye: ebedî mahvoluş, ebedî bitiş.
helâl: dinen yapılmasına izin verilen.
hemze: Arap alfabesinin birinci harfi olan elifin harekeli şekli; elif, vav, he ve ye üzerine konan ve aldığı harekeye göre, "e, ü, ı' sesi veren işâret.
hendese:çizgi satıh ve hacim olarak bu üç şeyin hususiyetlerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu, şekil bilgisi; geometri.
hengâm: an, zaman, vakit, sıra, çağ.
herc ü fesâdât: fitne, fesat ve kargaşalar.
herc ü merc: darma dağınık, allak bullak, karmakarışık.
herc ü merc-i dünyeviye: dünyanın karmakarışık hâli.
herkül burcu: gökyüzünün kuzey yönünde Herkül ismî verilen bir yıldız kümesi.
herzekârâne: saçma sapan konuşarak, boş ve lüzumsuz uydurmalarla, abuk sabukça.
hevâ: istek, nefsin isteği, düşkünlük, gelip geçici olan heves, nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
hevâ-i nefs: nefsin gelip geçici istekleri, nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
hevâi: ciddî şeylerle alâkasız; nefsine düşkün.
hevam: böcekler, haşereler.
hevâperestâne: sadece gayr-i meşrû lezzet ve hevesinin peşinde olurcasına.
heves: nefsin arzusu, geçici istek.
heves-i mütecessim: cisimleşmiş heves.
heves-i nefsâniye: netsi istekler.
hevesât: hevesler; nefisten gelen gelip geçici istekler, arzular.
hevesat-ı sihirbaz: her türlü hilelerle hevesatı okşama.
hevesât-ı nefsâniye: nefsin gelip geçici arzuları, istekleri.
hevesât-ı rezile: boş ve bâtıl ve günahlı şeylere âit olan istekler ve hevesler.
hevesât-ı süfliye: aşağı istekler, alçakça arzular.
hevesi: zevk ve hevese göre.
heveskârâne: günahlı işlere hevesli olarak, istekli bir şekilde.
hevesperverâne: hevesine düşkün bir şekilde, nefsî isteklerine uyarak.
hey'ât: hey'etler, ayrı ayrı mânâlar, kısımlar.
hey'et: şekil, biçim, sûret, görünüş; hal, durum.
hey'et-i mecmua: bir şeyin teferruatına ve parçalarına bakılmaksızın bütününün gösterdiği hâl ve manzara; birlik ve bütünlük teşkil eden şeylerin tamamı; hepsi birden, tamamı; toplam şekil, hepsi.
hey'et-i umumiye: genel kurul bir şeyin teferruatları nazara almadan olan umumî durumu.
heybet: hürmetle beraber korku hissini veren hâl, büyüklük, korku veren yücelik.
heybet-i Rubûbiyet: terbiye edicilik heybeti.
heyet-i içtimâiye: sosyal heyet, sosyal yapı; topluluğa âit cemiyet, toplantı heyeti.
heyet-i mecmua: birlik ve bütünlük teşkil eden şeylerin tamamı; hepsi birden, tamamı, hepsi.
heyet-i mecmua-i insâniye: insanın bütün duyu ve duygularıyla.
heyet-i umumiye: hepsi birden, bütünü birden; her yönüyle, bütün cephesiyle.
heyet: birlik teşkil eden şahıs veya hepsinin tamamı; cemiyet, topluluk
heyhât: eyvah, yazık, ne yazık.
heykeltıraş: heykel ve tasvir yapan.
heylulet:yolu kapamak, araya girmek.
hezeliyât: ciddi olmayan sözler, saçma sapan konuşmalar.
hezeyan:saçmalık; saçmalamak, saçma sapan konuşma; sayıklama.
hezeyân-ı küfri: küfür saçmalığı, küfre âit hezeyan.
hezeyanvâri: saçma sapanca.
hıfz: koruma, muhafaza etme; ezberleme.
hıfz-ı hayat: hayatı koruma.
hıfz-ı hudut: sınırları koruma.
hıfz-ı zinet: süsü korumak.
hırkat: harâret, yanma, yakma , sıcaklık
hırs-ı hayat: yaşama hırsı.
hırs-ı muâraza: karşı koyma hırsı.
hırz-ı can: bağrına basıp canı gibi korumak.
hısn-ı hasin: çok kuvvetli, en sağlam korunma.
hısset: cimrilik, bâhillik, tamahkârlık, alçaklık.
hısset-i nefs: nefsin alçaklığı.
hıyânet:hâinlik; emâneti yanlış ve kötü olarak kullanma.
hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san'at: sanatının her tarafı kuşatan mükemmel terzilikleri.
hızan: hazine.
Hızır: Kur'ân'da kıssası geçen ve Hz. Musâ (a. s. ) ile görüşen nebi mi veli mi olduğunda farklı görüşler bulunan ve hâlâ yaşadığı belirtilen mübârek zât.
hicab: perde, örtü; utanma, arlanma.
hicrân-ı ebedi: bitip tükenmez acılar, sonsuz hicran.
hicrân-ı lâyezâli: sonsuz bir hicran. Tükenmez acılar.
hicret: bir yerden bir yere göç etmek; kendi memleketini bırakıp başka memlekete taşınmak; Hz. Peygamberin (a. s. m. ) Mekke'den Medine'ye göç etmesi.
hiçenderhiç: hiç içinde hiç, yokluk içinde yokluk; sonsuz hiçlik.
hiçlik: yokluk.
hidâyet: doğru yol İslâmiyet.
hidâyet-i İlâhiye: Allah'ın kulunu imâna erdirmesi, doğru yolu göstermesi.
hidâyet-i Kur'ân: Kur'ân'ın hidâyeti.
hidâyet-i Rahmâniye: Rahmân olan Allah'ın hidâyeti.
hidâyetbahş: hidâyet bağışlayan, hidâyet veren.
hidâyetedâ: hidâyete sebep olan; hidâyet verici.
hiddet: öfke, kızgınlık, gazab.
hidemât: hizmetler, vazifeler, hizmetliler.
hidemât-ı tesbihiye: zikir, tesbih ve dua etme vazifesi.
hidemât-ı hayatiye: hayata âit vazifeler, hizmetler.
hidemât-ı mahlûkât: mahlukatın hizmetleri.
hidemât-ı Rabbâniye: İlâhi ve Rabbani hizmetler.
hiffet: hafiflik.
hikâyât: hikâyeler.
hikâye-i târihiye: tarihi hikâye.
hikâye-i temsiliye: bir meseleyi zihinde canlandıran hikâye.
hikâyet-i iyâni: gözle görünen haberler, hikâyeler.
hikem: hikmetler.
hikem-i cesime: büyük ve esaslı hikmet, gâye.
hikemiyât: hikmet ve felsefeye âit söz ve düşünceler; yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hadiseler bildiren yazılar.
hikmet: sebep, gâye, fayda, maslahat, sır, incelik.
hikmet-i âlem: âlemin hikmeti, kâinâtın yaratılmasındaki gâye ve fayda.
hikmet-i âliye-i kâinat: kâinatın yüksek hikmeti.
hikmet•i. âliye: en yüce ve yüksek gaye ve maksat.
hikmet-i âmme: her şeyin alâkalı olduğu İlâhi gâye, her şeyi kânun ve nizâmına itaat ettiren umûmi faydalar.
hikmet-i beşer: insanların bilgi ve becerileriyle yapılan.
hikmet-i beşeriye: insanların anlayışı, bilgisi.
hikmet-i ezeliye: ezelden beri var olan İlâhi hikmet, gizli sır ve gaye. İlâh-i maksad.
hikmet-i fenniye: fenni hikmet.
hikmet-i hakiki: gerçek hikmet, hakiki felsefe.
hikmet-i hakikiye: gerçek hikmet.
hikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti ve sebebi.
hikmet-i hükümet: hükümetin tâkip ettiği hikmet, gaye ve faydalar.
hikmet-i ihtilâf: ihtilâfın hikmeti.
hikmet-i İlâhi: Allah'ın hikmeti.
hikmet-i İlâhiye: Allah'ın hikmeti; her şeyi bir sebebe bağlaması.
hikmet-i imhâl: mühlet vermenin hikmeti, zaman tanımanın sebebi.
hikmet-i ipham: bir şeyi gizleme, belirsiz yapmanın hikmeti.
hikmet-i irşad: irşadın hikmeti.
hikmet-i kâinat: kâinatın bütününü kuşatan hikmet, incelik.
hikmet-i kudsiye: kudsi hikmet.
hikmet-i Mirac: mi'racın asıl gaye ve hikmeti.
hikmet-i mutlaka: sınırsız hikmet ve her yerde kendini gösteren faydalı işleyiş.
hikmet-i muzahrefe: çirkin ve kokuşmuş gâye ve maksatlar.
hikmet-i Rabbâni: eşyanın yaratılışındaki ilâhî ve rabbani gâye.
hikmet-i Rabbaniye: Rab olan Allah'ın hikmeti.
hikmet-i risâlet: peygamberliğin sebebi maksadı, gâyesi.
hikmet-i Sermediye: sonsuza kadar devam edecek olan İlâhi hikmet ve gâye.
hikmet-i tabiiye: fizik bilgisi.
hikmet-i tahsis: has kılınmasının hikmeti, ayrılmasının sebebi.
hikmet-i tâmme: her şeyin hikmetle yaratılmış olması' bir hikmet ve sebebe bağlı olarak faaliyetlerin cereyan etmesi.
hikmetedâ: hikmetli.
hikmetfeşân: hikmet yayan.
hikmetnümâ: hikmetli, hikmet gösteren.
hikmetü'leşyâ: bütün varlıkların yaratılışındaki gâyelerine ve ince nizâmlarına âit ilim; tabiat bilgisi.
hil'at-ı vücud: vücudun üzerindeki giysi, libas.
hilâf:ters, karşı zıd; karşı koymak, muhâlefet etmek; yalan.
hilâf-ı âdet: âdet olmadığı halde, âdete aykırı.
hilâf-ı akıl: akla zıd, akıl dışı.
hilâf-ı edep: edebe zıt.
hilâf-ı hakikat: gerçeğe ters, hakîkatsiz.
hilâf-ı hikmet: hikmete zıt.
hilât-ı imân: imana zıd.
hilâf-ı vâki: gerçeğe zıt, vuku bulana aykırı.
hilâfet: halîfelik, Peygamberimizin vekili olarak din ve dünya işlerinde umumi reislik.
hilâfet-i kübrâ: en büyük hilâfet; insanın yeryüzünde Allah adına Onun emirlerini uygulaması gibi bir büyük mertebe.
hilâfet-i rûy-i zemin: yeryüzü halifeliği.
hilâfı: hilafa, ihtilafa sebep olan.
hilâl: yay biçimindeki yeni ay şekli.
hile: oyun, tuzak.
hilkat: yaratılış, doğuştan gelen vasıf.
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı.
hilkat-i arz:dünyanın yaratılışının aslı, ilk hali.
hilkat-i cesed:cesedin yaratılışı.
hilkat-i eşya: eşyanın yaratılması.
hilkat-i insan: insanın yaratılışı.
hilkat-i insâniye: insanın yaratılışı.
hilkat-i Rabbâniye: her şeyi terbiye eden Allah'ın yaratması.
hilkat-i semâvât:göklerin yaratılışı.
hilkât-i kâinat: kainatın yaratılışı.
hilkât-i semâvât: göklerin yaratılması.
hilkaten: yaratılıştan.
himâye: koruma, korunma.
himâyet: koruma, korunma
himmet: ciddi gayret, kalb ile gösterilen samimi gayret.
hisâl-i hamide: medhe ve öğülmeye lâyık hasletler, huylar.
hiss-i âmme: umumi duygu, genel hissiyât.
hiss-i hüzn-ü gam: gamlı bir hüzün veren duygu.
hiss-i kalbe'l-vuku: bir hadisenin, meydana çıkmadan önce kalbe doğması.
hiss-i sâdis:altıncı his, duygu.
hisse: ortaklık, pay
hisse-i ders: ders payı.
hisse-i fehm: anlayış hissesi.
hisse-i zevk: çeşit çeşit; kısım kısım zevkler.
hissedar: hisse sahibi.
hissiyât-ı insâniye:insan âit duygular.
hissiyât-ı ulviye: yüce duygular.
hissiyât-ı ulviye-i insâniye: insanın yüksek duyguları.
hissiyât:duygular, hisler.
hitâb-ı mürşidâne: doğru yolu gösterir bir şekildeki hitap.
hitâb-ı Yezdâni: Allah'ın hitabı.
hitâbât-ı ezeliye: ezeli hitaplar; varlığının başlangıcı olmayan Allah'ın cin ve inse bir hitabı olan Kur'ân.
hitâbât-ı Sübhâniye: kusur ve aczden münezzeh olan Allah'ın konuşmaları, hitapları.
hitam:son, nihâyet.
hitap: söz söyleme, topluluğa veya birisine karşı konuşma.
hizb: parti, grup.
hizbü'ş•şeytan: şeytanın taraftarları.
hizmet-i askeriye: askerlik hizmeti.
hizmet-i bendegâne: kul ve köleye uygun hizmet.
hizmet-i kudsiye: mukaddes vazife.
hizmet-i külliye: umumî hizmetler.
hizmet-i Mevlâ: Mevlâ'nın hizmeti.
hizmet-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten münezzeh olan Allah'ın hizmeti.
hizmet-i ubudiyet: kulluk vazifesi.
hizmet-i ukbâ: âhiret hizmeti.
hizmetkâr: hizmetçi.
hizmetkâr-ı emirber: hizmete hazır emir eri.
Hoca Nasreddin: (M. 1208-1284) mizahlı ve güldürücü sözleriyle meşhur olan zat.
hoca-i dânâ: bilgin hoca. Âlim olan kimse.
hodbin: kendini beğenen, enâniyetli, bencil, kibirli.
hodendiş: kendini düşünen; kendi için endişe eden.
hodfüruş: sadece nefsini beğenen, kendini beğendirmeye çalışan, övünen.
hodfüruşâne: övünerek. Kendini beğendirmeye çalışarak.
hodgâm: bencil, kendi isteğinden başkasını düşünmeyen, kendini beğenmiş.
hodpesend: yalnız kendini beğenen, mağrur.
hokka: mürekkep kabı.
hoşâmedi: hoş geldin demek, hoş geldine gitmek.
Hû: Arapça'daki "O" mânâsına gelen bir zamirdir ki, Allah için kullanılır.
hubb-u âhiret: Âhiret sevgisi ve arzusu.
hubb-u fâniyât: geçici şeyleri sevmek.
hubb-u maâli: yüksek ve şerefli sevgiler.
hubb-u zat: zâtını, şahsını sevme.
hubub: tohumlar, taneler.
hububât: buğday, ekinler; dâneler, tahıl.
hud'a: hile, oyun; aldatma, düzen.
Hudâ: Rab, Sahip, Allah.
Hudâbîn: hakkı ve hakîkatı gören, Cenâb-ı Hakkı tanıyan.
Hudâperest: Allah'a ibâdet eden, dindar.
hudr: yeşillik.
hudud: sınırlar.
hudud-u icraat: icraatın sınırı.
hudud-u kibriyâ: büyüklüğün hududu.
hudud-u mâneviye: manevî hatlar, çizgiler.
hudud-u mülk: mülkün sınırı.
hudûs: sonradan meydana gelme, yok iken vücuda gelme; inanç esaslarından bahseden kelâm ilminde Allah'ın varlığını ispatlamak için kullanılan bir delile verilen isim.
huffâş: yarasa.
hukuk: haklar, insanın cemiyet hayatında uyması gereken kâideler, esaslar; haklıyı haksızdan ayıran kâideler.
hukuk-u hürmet: hürmet ve saygı hakkı.
hulâsa: bir şeyin, bir bahsin özü| kısaca esâsı.
hulâsa-i fikr-i küfri: küfre âit fikrin özü.
hulâsa-i ubudiyet: kulluğun özü. hulâsa-i ubudiyet kulluğun özü.
hulâsatü'l-hulasa: özetin özeti.
hulf: sözünden dönme, vazgeçme.
hulfü'l-vaad: sözünden dönme, cayma.
hulki: huy ile, hulk ile ilgili; huya âit.
hulle: pahalı elbise, Cennet giysisi.
hulle-i inâyet: inâyet elbisesi.
hulle-i rahmet: rahmet elbisesi.
hulle-i sanatnümâ: san'atlı elbise.
hulül: geçmek, nüfuz etmek, girmek, dahil olmak.
hulûs: hâlislik, saflık, samimiyet, hâlis dostluk, içten davranmak.
humma: hararetli ve hareketli.
hums: beşte bir.
hums-u beşer: insanların beşte biri.
hurâfât: aslı esâsı olmayan bâtıl rivâyetler,. batıl inanışlar.
hurâfe: uydurma, bâtıl inanış, yalan hikâye.
hurdebîni: gözle görülmeyecek kadar küçük, mikroskobik.
huri: Cennet kızı.
hurmet-i ribâ: fâizin haram olması.
hurûc: çıkma, çıkış; ayaklanma.
huruf: harfler.
huruf-u hecâ(iye): alfabe sırasına göre dizili harfler; kelimelerdeki harflere ayrıca ses katan elif, vav, he, ye harfleri.
huruf-u mevcudât: varlıkların harfleri.
hurufât: harfler.
husuf: Ay tutulması, perdelenmek, Dünya gölgesinin Ay üzerine gelmesi; bir şeyin ışığının gitmesi.
husufât: husuflar.
husul: olma; meydana gelme.
husumet: düşmanlık.
hususan: özellikle, bilhassa.
hususi: özel.
hususiyet: özellik.
huşu:korku ve sevgiyle bulunulan edebli hal.
hut: balık.
hutbe: Cuma günleri minberden cemaate okunan ve dinlenilmesi Cumanın farzlarından olan ilâhî emir ve nehiylerin tebliği.
hutbe-i Arabiye: Arapça okunan hutbe.
hutbe-i ezelî: ezelî hutbe, Kur'ân.
hutbe-i ezeliye: varlığının başlangıcı olmayan Allah'ın insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur'ân
hutbe-i şirin: tatlı konuşmalar, Zevkli hitaplar.
hutebâ: hatipler.
hutur: akla gelmek, hatırlamak.
hutut-u nurâniye: nuranî hatlar, çizgiler yollar.
Hutuvât-ı Sitte: altı adım; İstanbul'u işgal eden İngilizlerin Müslüman halkı Osmanlı idâresinden soğutmak, kendisine bağlamak ve ümitsizlik aşılamak için yaydıkları hîle ve şüpheleri gidermek için. , Bediüzzaman Hazretlerinin yazdığı bir risâlenin ismi. 
huveyne: mikrop. Mikroskobik hayvan.
huzu: tevâzu hâli, alçak gönüllü olma; Allah'ın azametini celâl ve cemâlini, büyüklüğünü düşünmekten meydana gelen insandaki huzur ve huşu hâli.
huzur-u dâimi: kendisini her an Allah'ın huzurunda hissetmek, her zaman Allah'ın kendisini gördüğünü, ilmi ve murakabesiyle kontrol ettiğini bilme ve yaşama hâli.
huzur-u îman: iman huzuru.
huzur-u İlâhi: Allah'ın huzuru.
huzur-u Kibriyâ: her bakımdan büyük ve yüce olan Allah'ın huzuru.
huzur-u Nebevî: Peygamberin huzuru.
huzur-u Rahmân: Rahmân olan Allah'ın huzuru.
huzur-u şâhâne:pâdişahın huzuru.
huzur-u İlâhi: Allah'ın huzuru.
huzûzât: hazlar, hoş ve lezzet veren şeyler.
huzûzât-ı nefsâniye: nefsin hoşuna giden hazlar, lezzetler.
hüccet: senet, vesika, delil; bir iddiânın doğruluğunu göstermek için gösterilen belge.
hüccet-i âzam: en büyük hüccet.
hüccet-i kâtıa: doğruluğu kesin olan delil.
hüccet-i külliye: çok büyük ve geniş delil.
hüccet-i sermediyet: ebedîlik, dâimilik delili.
hüccet-i Tevhid: Allah'ın bir olduğunu isbatlayan delil.
hüccet-i Vahdâniyet:birlik delili.
hüccetü'l-İslâm: İslâm'ın bir hüccet ve delili olan İmam-ı Gazali.
hüccetü'l•Kur'ân ale'ş•şeytan: şeytana karşı Kur'ân'ın delili.
hüceyrât: hücreler, hücrecikler.
hüceyrât-ı beden: beden hücreleri.
hüceyrât-ı bedeniye:vücud hücrecikleri.
hüceyre: hücrecik.
hüdâ-i şer'i: doğruluğu gösteren din; İslâm hidâyeti, İslâmın doğru yolu.
Hüdhüd-ü Süleymânî: Hz. Süleyman (a. s. ) zamanında, Hicaz ile Yemen arasında bulunan ve Sabâ denilen ülkede kraliçe olan ve güneşe tapan Belkıs ile Süleyman (a. s. ) arasında haberleşmeye vesile olan kuşun ismi.
hükemâ: filozoflar, hakimler, âlimler.
hükemâ-i dâlle: hak yoldan sapmış filozoflar, dalâlette olan felsefeciler.
hükemâ-i hakikiye: hakîkat âlimleri; hak mezhebinin kurucuları.
hükemâ-i İslâmiye:İslâm filozofları.
hükemâ-i işrâkiyyun: işrâkiye mesleğindeki filozoflar; sosyalist (ehl-i şirk) filozoflar.
hükm (hüküm): karar, emir, kuvvet, hâkimlik, âmirlik; irâde, kumanda, nüfuz.
hükm-ü imâni: îmânî hüküm, inanca dâir karar.
hükm-ü Kur'ânî: Kur'ân'ın hükmü.
hükm-ü tecrübî: tecrübelerle sâbit olmuş, kesinlik kazanmış.
hükm-ü Yezdânî: İlâhi hüküm.
hükümfermâ: hüküm süren, hâkimiyetle idâre eden.
hükümran: hükmedici.
hülyâ: hayal, olmayan birşeyi düşünerek yaşama, vehim, kuruntu.
hüner: beceri, ustalık.
hünerver: hünerli, çok ustalıklı, becerikli, usta, maharet sahibi.
hürmet: saygı.
Hüseyin-i Cisri: Hicrî 1261-1327 yılları arasında yaşamış, Suriye âlimlerindendir. Babası ve annesi âl-i beyttendir. Câmi-ül Ezher'de tahsil görmüş ve zamanın dini ve felsefı ilimleriyle meşgul olmuştur.
hüsn (hüsün): güzellik, iyilik.
hüsn•û ahlâk: iyi ahlâk, güzel ahlâk.
hüsn-ü amel: güzel amel, iyi iş.
hüsn-ü bâsar: gözdeki güzellik.
hüsn-ü bilgayr: dolayısıyla, neticeleri bakımından güzel olan.
hüsn-ü bizzat: kendisi bizzat güzel olan.
hüsn-ü cemâl: yüz güzelliği, fertteki güzellik.
hüsn-ü cereyan: güzel gidişat.
hüsn-ü fikir: iyi düşünce.
hüsn-ü haslet: iyi haslet; güzel huy.
hüsn-ü hat: güzel yazı.
hüsn-ü hâtime: güzel netice, iyi son, imanla âhirete gitmek, kelime-i şehâdet söyleyerek ölmek.
hüsn-ü hilkat: yaratılıştaki güzellik.
hüsn-ü hizmet: güzel hizmet.
hüsn-ü hulk: ahlâk güzelliği.
hüsn-ü ifham: anlatım güzelliği.
hüsn-ü intizam:•güzel bir düzen, intizamın güzelliği.
hüsn-ü istihsan: güzelliği tesbit edip seçmek.
hüsn-ü istikbâl: güzel karşılama, iyi karşılama.
hüsn-ü istimal: güzel ve iyi kullanış.
hüsn-ü kelâm: sözdeki güzellik, güzel konuşmak.
hüsn-ü kerem: iyi ikramda ve ihsanda bulunmak.
hüsn-ü mahfi: gizli güzellik.
hüsn-ü maişet: güzel geçim.
hüsn-ü masnuiyet: sanatlı bir şekilde yaratılıştaki güzellik.
hüsn-ü metânet: metânetin güzelliği, sağlamlık ve kaviliğin güzelliği.
hüsn-ü muâşeret: iyi münâsebet ve güzel geçinme.
hüsn-ü mücerred: kusur ve noksanlıktan uzak güzellik.
hüsn-ü münezzeh: kusurdan uzak güzellik.
hüsn-ü nakış: nakışlar üzerindeki ince güzellik.
hüsn-ü niyet: iyi niyet, temiz kalplilik.
hüsn-ü nur: nurdaki güzellik.
hüsn-ü sanat: sanat güzelliği.
hüsn-ü siret: hal, gidiş, hareket ve ahlâk güzelliği, iç güzellik.
hüsn-ü sûret: görünüş, şekil güzelliği, dış güzellik.
hüsn-ü takvim: sûret, tarz, yapılış, şekil güzelliği.
hüsn-ü temâsül: güzelce benzeyiş.
hüsn-ü tenâsüb: uygunluğun güzelliği.
hüsn-ü terbiye: güzel terbiye.
hüsn-ü zan: bir kimsenin veya bir hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdanî ve iyi kanaat.
hüsn-ü zâtî: güzelliği hâricî bir sebeple olmayıp kendisinden olan.
hüsünperest: güzelliğe aşırı düşkün.
hüsünperver: güzelliğe düşkünlük.
hüşyar: uyanık, akıllı, zekî, ayık.
hüve: Arapçada "O" mânâsındadır.
hüve hakkun: o da hakdır.
hüve'l-ahsen: sadece ve yalnız en güzel O'dur.
hüve'l-hakku: hak sadece O'dur.
hüve'l-hasen: sadece, yalnız o güzeldir.
hüviyet: asıl, mahiyet, kimlik.
hüviyet-i sûriye: görünüşteki mâhiyet.
hüzn (hüzün): gam, tasa
hüzn-ü Kur'âni: Kur'ân'ın verdiği ulvî hüzün.
hüzn-ü yetimi: ümitsizlik aşılayan, yetimâne hüzün.
I:
Iskat: düşürmek, hükümden kaldırmak.
ıslah: iyileştirme, kötülüklerini giderme, düzeltme.
ıstıfâ: sâfîleşme, saffetini bulma.
ıstılah: dil, terim
ıtlak: salıvermek, bırakmak, koyuvermek, serbest bırakma, serbest olup her tarafta bulunmak; cezâdan kurtulmak, boşama, boşanma, affetmek.
ıttılâ: haberdar olma, bilgi sahibi olma.
ıttırad: intizamlı, uygun şekilde, saat gibi intizamlı hareket, sıra ile birbirini tâkip eden hareket, ritmik.
ıyd: bayram. Bayram günü.
ıztırâbât: ıztıraplar, acılar, sıkıntılar.
ıztırar: zaruret ve ihtiyaç duyma, çaresizlik, mecburiyet.
ıztırâri: çâresizlik içinde oluş, mecburiyet